Resmi Millet Görüşüne Irkçılığın Etkileri

            Millet kavramı, çeşitli zamanlara ve toplumlara göre ayrı anlamlar taşır  ve bu anlam sürekli bir değişime uğrar. 

           Bu, millet kavramını terkip eden çeşitli unsurların (toprak, dil, din, ırk, kültür, ekonomik zaruret, tarihi mukadderat birliği vb… ) karşılıklı durumuna, millet tanımındaki değerine göre olur. 

           Türkiye’deki millet anlayışında ırk unsuru önemli bir yer tutmuş, hatta bazı dönemlerde millet kavramının tanımlanmasında birinci derecede rol oynamıştır. 

            Biz bu yazımızda millet kavramının Türkiye’deki tarihi gelişmesini,  Irkçı-Turancı akımın buna etkisini kısaca açıklayacağız. 

 

O s m a n l ı   İ m p a r a t o r l u ğ u   D e v r i : 

            Osmanlı İmparatorluğu çeşitli milletlerin yan yana bulunduğu siyasi bir birlikti. Bu milletlerin çoğu 19. yüzyıldaki milli kurtuluş hareketleriyle bağımsızlıklarına kavuştular. Egemen unsur Türkler ise Osmanlı birliğini sürdürmek için bir süre milliyetçi davranışlardan uzak kaldılar. 

            Fakat ayrılmalar gittikçe arttı. Azınlıkların ekonomik egemenlikleri kuvvetlendi. Yabancı sermaye ve onun emrindeki Osmanlı Merkezi Feodalitesi, hakaret anlamında  “Etrak’i biidrak”  (idraksiz Türkler) diye adlandırdıkları Türk Halkı’nı daha çok sömürmeye ve ezmeye başladı. Üzerine sefaletin ve cehaletin kanat gerdiği harabeye dönmüş Anadolu, daha büyük bir yoksulluğun içine düştü. 

           Bu şartların zorunlu sonucu olarak, orta tabakanın sözcülüğünü yaptığı Türk milliyetçi akımı doğdu. 

         Türk Halkı’nı kurtarmak, mutluluğa eriştirmek yönünde gelişen bu akımın  ırkçı ve emperyalist bir yanı yoktu. Altaylarda macera aramayan, ütopist kimlikten uzak, gözlerini Anadolu’ya çevirmiş gerçekçi bir hareketti. 

            Türk milliyetçilik akımının bu olumlu yöndeki gelişmesi, sömürge şartları içinde bulunan Osmanlı İmparatorluğu’nda egemenlikleri için kıyasıya mücadele eden beynelmilel mali sermaye grupları tarafından saptırılmaya çalışıldı. 

             Emperyalist devletlerin her biri imparatorluğu kendi sömürme tekeline almak çabasındaydı. 

            İngiltere, Hindistan yolunun ve Ortadoğu petrollerinin güvenliğini sağlamak için Osmanlı birliğini parçalamak istiyordu ve İmparatorluğa bağlı milletlerin kurtuluş hareketlerini, kendi çıkarına uygun bir yönde kanalize olacak şekilde destekliyordu.  

          Almanya’nın ise Doğu’ya yayılma politikasının bir gereği olarak, kendi emrinde bulunacak Büyük Osmanlı İmparatorluğunun varlığına ihtiyacı vardı. Oysa İmparatorluk çeşitli ırk ve milletlerin yapma birliği olduğundan parçalanıyordu. Buna bir çare bulmak gerekirdi. İşte bu dönemde İslam İttihatçılığı yanında, Türk milliyetçiliği de Irkçı-Turancı bir kimliğe sokulmaya çalışıldı.  

      Savaş öncesi dış gruplaşmalara paralel olarak içeride de aynı fikirleri savunan grupların teşkili ve mücadelesi sonucunda, Alman militarizminin emrindeki İttihat ve Terakki Fırkası  iktidarı ele geçirdi. Bu fırkanın milliyetçilik anlayışı ırkçı-turancı temele oturtuldu. 

        Irkçı-Turancı millet anlayışı, Turan seferine çıkan Enver Paşa’nın 70.000 Anadolu çocuğunu Allahu Ekber dağlarında soğuktan dondurması ile ilk adımında büyük felakete yol açan korkunç bir macera olduğu anlaşıldı. Koca imparatorluğun eriyen ve geri çekilen kuvvetleriyle beraber gücünü kaybetti. 

 

K u r t u l u ş   S a v a ş ı   D ö n e m i :  

            Türk Milli Kurtuluş Hareketi, emperyalizme ve Osmanlı Merkezi  Feodalıtesi’ne karşı yapılan orta tabakanın önderliğindeki bir halk hareketidir. 

            Erzurum ve Sivas kongreleri ile halka mal edilmiş, Anadolu’daki Kürt, Gürcü, Çerkez gibi çeşitli etnik grupların işbirliği ile başarı kazanmıştır.  Bu bakımdan ırkçılıktan uzak kalmak zorundaydı. 

            Diğer yandan, kurtuluş hareketine ilk ve en büyük yardımı SSCB yaptı ve başarıya ulaşmasında büyük yardımı oldu. O dönemdeki sıkı dostluk bağları ırkçılığın emperyalist yönü olan Turancılık akımının desteklenmesini değil, tersine bu akıma karşı durmak zorunluluğunu doğuruyordu. Kaldı ki ancak Anadolu ve Trakya’yı kurtarma çabasında olan bu genç gücün kendini aşan emperyalist amaçları olamazdı. 

 

C u m h u r i y e t   D e v r i :  

            Milli Kurtuluş Hareketinden sonra Türkiye’de kurtuluş hareketlerinin felsefesine uygun bir ekonomik-sosyal düzen kurulamadı. 

            İktidarlar, kurtuluş hareketini başarıya ulaştıran diğer etnik grupları baskı altına aldılar. Irkçı-Turancı fikir akımları güçlendi. Devletin idare felsefesini, diğer etnik grupları eritme, hatta yoketme yönünde etkiledi. 

            Türkiye Cumhuriyeti, ilk milli kurtuluş hareketinin eseri olduğu halde, sonradan bütün milli kurtuluş savaşlarına karşı çıkmasının nedeni, içinde çeşitli etnik grupların, özellikle Kürtlerin bulunması ve bunları tatmin edecek, yan yana birbirlerinin diline, dinine, etnik özelliklerine saygı göstererek beraber yaşamalarını sağlayacak, milli kurtuluş hareketinin felsefesine uygun bir düzen kurulamamasıdır. 

           1. Cihan Savaşı’ndan sonra, sefaletle, açlıkla, işsizlikle beslenen bunalımlar sonucunda bir çok ülkede faşist rejimler kuruldu. Almanya’da da Naziler iktidarı ele geçirdi. 

            Türkiye’deki Irkçı-Turancı akım, çıkışından bu yana iş ve kader birliği yaptığı Alman Faşizmine paralel olarak ve onun desteği ile gelişmeye, daha mükemmel teşkilatlanmaya başladı. Bir çok yayın organıyla, Turan Cemiyeti gibi örgütlerle Irkçı-Turancı fikirleri yaymaya çalıştılar. 

          Gerek dış ve gerekse iç etmenler Türk Hükümetlerinin milliyetçilik konusundaki görüşünü ırkçılık yönünde etkiledi. “Irk”  resmi millet görüşünün temel unsuru haline geldi.

            Türk Tarih Kurumu’nun çalışmaları, Türk kafataslarını, Türk kan gruplarını, Türk saçlarını, Türk beyinlerini inceleme konularına yöneldi. Ankara Dil – Tarih ve Coğrafya Fakültesi de ilmi olmaktan uzak, antropoloji ve diğer alanlardaki ırkçı çalışmalarla bu kervana katıldı. 

            Örneğin, Prof. Ali Fuat Başgil, 2.Türk Tarih Kongresi’nde, Türk Milleti’nin tanımını kan faktörüne, Türk olmayı damarlarında Türk kanı taşıma ve Türkçe konuşma şartına bağlıyordu (1) . 

            Okullarda okutulan ders kitaplarında ırkçı fikirlerin propagandası yapıldı. Milletin tarifi ırk unsuruna ve kan birliğine dayandırıldı. Türk ırkının üstünlüğü iddiaları ilmi bir gerçekmiş gibi anlatıldı. Askeri okullara Türk soyundan olmayanlar alınmadı. 

            Devrin Adalet Bakanı Prof. Mahmut Esat Bozkurt, 

            “Türk ihtilali, öz Türklerin elinde kalmalıdır. Hem de kayıtsız şartsız… “

            “Türk’ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir.” 

            Kanını taşıyandan başkasına inanma.” (2) 

            Başbakan Recep Peker’in de yazıları aynı şekilde kan kokuyordu. 

            “Bereket versin ki en büyük imha vasıtaları ve en ezici hadiseler bile bozulması mümkün olmayan tek bir şey, Türk kanı, bütün bu gürültüler içinde temiz kalmıştı. Batı Türkleri bu çöküntü içinde kanının arılığını korudu ve sakladı. Dünyaya batırlık örneği gösteren Osmanlı Ordusunun yüksekliği, devlet idaresinin kötülüğüne rağmen, bu orduları yaratan bay Türk Ulusu’nun kanındaki yücelikten geliyordu.” (3)  

            Devletin millet konusundaki resmi görüşüne ırkçı felsefenin etkisi, bu dönemde korkunç sonuçlar doğurdu. Bundan en çok zarar gören Kürtler oldu. Kürtçe konuşmak yasaklandı. Kürtlerin yerleştikleri bölgeler ayrı bir idari rejime bağlandı. Bu bölgelerde, irtikap, rüşvet, dayak, zulüm gibi çeşitli yolsuzluklar serbestçe işlendi. Ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda kalkınmayı sağlayacak yatırımların yapılmasından kaçınıldı. 

            Fakat millet konusundaki ters anlayışın en belirli göründüğü alan, başkaldırmalara karşı takınılan tavırda ve alınan tedbirlerde oldu. 

            Cumhuriyetin ilk yıllarında bir dizi devrim hareketlerine girişildi. Fakat devrimler biçimsel  olduğu, halkın hayatına, yaşama düzeyine somut bir şey katmadığı için tepkiyle karşılandı. Gerek Doğu’da ve gerekse Batı’da bir çok başkaldırma hareketi oldu. 

            Doğu’daki başkaldırma hareketleri iktidarların, milli kurtuluşa hakim olan felsefeyi bırakıp şoven bir milliyetçilik anlayışına sapmalarından dolayı milli ve etnik bir renk almıştır. 

            Bu başkaldırma hareketlerinin diğerlerinden farkı, bölgenin özelliği bakımından , resmi millet görüşüne karşı olan tepkinin de katılmasıdır. Nitelikleri bakımından hiçbir fark yoktur. Millet konusundaki resmi görüş Batı’dakileri ilgilendirmediği için başkaldırma etnik bir renk almamıştır.  Yoksa iktidarın genel politikasına ve biçimsel devrim hareketlerine gösterilen tepkinin niteliği aynıdır. Milli ve etnik renk alışı sadece bir özelliktir. 

            Asıl önemli nokta, iktidarların bunlara karşı olan tutumlarıdır. 

            Batı’daki başkaldırma hareketlerinde sadece elebaşılar cezalandırılmıştır.  Fakat halka dokunulmamıştır. 

            Oysa Kürtlerin bulunduğu bölgedeki  başkaldırma hareketlerinde bütün halk hedef alınmış, en korkunç şekilde cezalandırılmıştır.  Kadın ve çocuk farkı gözetilmeksizin kitle halinde yok edilmişlerdir. 

            Doğu, tarihin en büyük katliamlarına sahne olmuştur. Bunlardan biri Ermeni, diğeri de Kürt katliamlarıdır. Bütün bunlar ekonomik, sosyal nedenlere bağlı, millet kavramının ters anlayışından doğan acı hatıralardır. Kardeş halklar,  barış içinde beraberce yaşamaları ve mutlulukları için el ele çalışmaları gerekirken,  biribirlerine boğazlattırılmıştır. Dileğimiz, bu facianın unutulması ve tekrarı için ortam hazırlanmamasıdır. 

            Her gerici hareketin zorunlu sonucu gibi, 2. Cihan Savaşı  faşist cephenin yenilgisi ile sonuçlanınca, hükumet o zamana kadar seyirci kaldığı, hatta etkilendiği Irkçı-Turancı akıma karşı tedbir alma gereğini duydu. Bunda dış etkilerin de rolü büyüktür. Çünkü Irkçı-Turancı akım Nasyonal Sosyalizmin işbirlikçisiydi.

            Bu akımın ileri gelenleri 1944 yılında taşkın hareketlerine dayanılarak tevkif edildiler. 

            Alman yenilgisine kadar Irkçı-Turancı akıma seyirci kalan İnönü, 1944 yılında 19 Mayıs bayramındaki nutkunda,

            “Irkçılar ve Turancılar gizli tertipler ve teşkillere baş vurmuşlardır. Şu halde yaldızlı fikirler perdesi altında doğrudan doğruya Cumhuriyetin, Büyük Millet Meclisi’nin mevcudiyeti aleyhinde teşebbüsler karşısındayız.” Açıklamasını yaptı. Turancılık fikrini “son zamanların zararlı ve hastalıkla gösterisi”  olarak tanımladı.

            Irkçı-Turancıların  “Türkçülüğün bütün düşmanlarının temsilcisi İsmet İnönü ; politikacı, hudutsuz kudretleri elinde toplamış diktatör, Türk soyundan gelmediği hakikatinden başka her şeyi meçhul olan şahıs… “  diye vasıflandırdıkları İnönü (4) ,

            “Dünya olaylarının bugünkü durumunda Türkiye’nin ırkçı ve turancı olması lazım geldiğini  iddia edenler hangi millete faydalı, kimlerin maksadına yararlıdırlar ?  Türk Milletine yalnız bela ve felaket getirecek olan bu fikirleri yürütmek isteyenlerin Türk Milletine hiçbir hizmetleri olmayacağı muhakkaktır. Bu hareketlerden yalnız yabancılar faydalanabilirler.”(5)  sözleriyle Irkçı-Turancı perdenin arkasındaki yabancı çıkarları işaret ediyordu. 

            Irkçı-Turancılar ise Almanya’ya savaş açanları  “Türk tarihinde asla görülmemiş bir kancıklığın zilletini tarihimize sokanlar…” (6)  diye suçladılar. 

            Milli Şef İnönü’nün “Turancılar, Türk Milletini  bütün komşularıyla onulmaz bir surette derhal düşman yapmak için bire bir tılsımı bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine Türk Milletinin mukadderatını kaptırmamak için elbette Cumhuriyetin bütün tedbirlerini kullanacağız…”  işareti üzerine bu akım aleyhinde basında şiddetli bir kampanya açıldı.

            Falih Rıfkı Atay, Ulus Gazetesinde şöyle yazıyordu. 

            “Bu Türkiye’yi içinden dağıtıp tahrip etmek için gökten bir bela ısmarlansa, ırkçılıktan beteri inemez. Bu Türkiye’yi, dışında, can düşmanları ile çevirtmek için  ikinci bir bela ısmarlansa, İslam İttihatçılığı ham hayali yerine Turancılık ütopyasını geçirmekten alası bulunamaz… Bütün yurdu yok yarım kan, yok dörtte bir kan, yok bütün kan veya karışık ve bozuk kan diye eski parçalanmalara rahmet okutur bir kan davası içine yuvarlamak için, yedi kuyruklu ırkçılık yalanını icat ettiler. Bu, içeride bizi dağıttığı ve azalttığı kadar, ari üstünlüğü iddiasını da ister istemez tasdik etmek ve memleket gazetelerinde vatandaş imzaları ile yazıldığını gördüğümüz gibi  “şimal milletlerinin dünyaya kılavuzluk etmesine hak vermek”  yollarını açar.” 

            “Irkçılar takımı Avrupa kıtasını hegemonyaları altına almak istedikleri zaman, bir  “tabilik”  ruhu yaratılmak için, bize de aşılanmak istenen bu fikir, şark seferi başladıktan sonra Turancılık tahriki ile tamamlanmıştır.”  

            Tanin Gazetesinde ise H.Cahid Yalçın faşizm propagandasının dayandığı kavramlar arasındaki ilişkiyi şöyle açıklıyordu. 

            “Irkçılık, Türkçülük, milliyetçilik kelimeleri altında mahiyetini gizliyorlar. Aynı zamanda bu hareketi Allah ve din itikatlarıyla da birleştirmeye kalkıyorlar.  Halbuki dünyada biribiriyle yan yana gelemeyecek iki mefhum varsa din ile ırkçılıktır. Allah’a inananlar kendi dinlerinden olan her insanı kardeş telakki ederler. Irkçılık ise kendi kanından olmayanı içinden kovmak ister.” (8) 

            Çok partili rejim kabul edilince, Irkçı-Turancılar diğer bütün gayrı memnun kitleler ile beraber DP saflarında CHP’ye karşı çıktılar. Sonuç belli. Jandarma Devlet anlayışının mümessili CHP 1950’de ağır bir hezimete uğradı. 

            Irkçı-Turancı akım 1950-1960 arası bir çok temsilcisini Kabineye sokacak derecede güçlendi, hükumet politikalarını etkiledi.  Fakat bu etki, çok partili rejimin ve eskiye nazaran daha uyanık olan ve müessesleşmeye başlayan demokratik kuvvetlerin karşısında sınırlı kaldı. Oy mekanizması da bu etkinin gücünü azaltan en önemli faktör oldu. 

            27 Mayıs hareketini yapan Milli Birlik Komitesi’nin 14’ler diye adlandırılan kanadı, bir iki istisnayla Irkçı-Turancı akımın temsilcisi idiler. Liderleri Alpaslan Türkeş 1944 yılında Irkçı-Turancılarla beraber tevkif edilmişti. Nitekim 27 Mayıs sonrası Irkçı-Turancı akımın daha iyi örgütlenmesi için çalışıldı. Çeşitli yayın organlarıyla bu fikrin propagandası yapıldı. Ülkü ve Kültür Birliği Tasarısı, amaçlarını ve niyetlerini ortaya koyan önemli bir belgedir.

            Milli Birlik Komitesi’nin iki kanadı arasındaki çatışma, demokratik rejimin kurulmasını isteyen Sayın Gürsel’in liderliğindeki grubun başarısı ile sonuçlandı. 14’ler tasfiye edilerek büyük tehlike atlatılmış oldu. 

            Milli Birlik Komitesi devrinde sürülen 55 ağanın hepsinin Kürt oluşu, bu dönemde resmi millet anlayışının ırki esastan ayrılmadığını gösterir. 

            Irkçı-Turancılar arasında ırkçılığın dinle ve dini akımlarla ilişkileri konusunda çıkan fikir ayrılığı bunları iki gruba böldü. Bir grubu AP’de  -hem de liderlerini genel başkan yardımcılığına getirecek şekilde-  diğer grubu CKMP’de örgütlenmeye başladı. 

            CHP’nin de bütün Irkçı-Turancı aleyhtarı görünüşüne rağmen millet anlayışının temel felsefesi bakımından diğerleri ile farklı bir durumu yoktur.  Doğu’daki Kürt katliamının  CHP’nin eseri oluşunu bir yana bırakın, son yıllarda bile Asım Eren, Suat Seren, Hıfzı Oğuz Bekata gibi Doğu Halkı’nın düşmanı kimseleri kadrosunda bulunduruşu, millet konusundaki anlayışını açıkça belirtmeğe yeter sanıyorum. 

            Türkiye’de millet meselesinin bugünkü durumu gelecek sayılarda açıklanacaktır. 

 

(1)   (1)   Prof. Ali Fuat Başgil, 2. Türk Tarih Kongresindeki tebliği, 1937

(2)   (2)   M.Esat Bozkurt. Türk İnkılap Dersleri  sh. 191 

(3)   (3)   Recep Peker. İnkılap Dersleri Notları. Sh 5 

(4)   (4)   İsmet Tümtürk. Türk Ülküsü sh. 13 

(5)   (5)   İsmet İnönü. 19 Mayıs 1944 Gençlik ve Spor Bayramı nutkundan 

(6)   (6)   H.Nihal Atsız. Orhun Sayı 14. 1 Şubat 1944

(7)   (7)   F.Rıfkı Atay. Irkçılık ve Turancılık. Ulus 9 Mayıs 1944 

(8)   (8)   H.Cahid Yalçın. Gençliğe Mal Edilmek İstenen Bir Hareket Hakkında. Tanin 9 Mayıs 1944 

 

            Abdulkadir Yıldırım (Mehmet Ali Aslan)

                                                                ( YENİ  AKIŞ  Eylül 1966  Sayı 3 )

 

 

Irkçılık – Turancılık

          Yeni Akış’ın 1. sayısında yayımlanan ve Doğu’daki Kürtleri, silahlı Kazak-Kırgız aşiretlerini oraya yerleştirmek suretiyle yok etmek fikrini savunan İsmet Tümtürk ve Nihal Atsız’ın yazıları bütün Türkiye kamuoyunda geniş tepki yarattı.
         Yazarları bu şekilde düşünmeye ve yazmaya zorlayan nedenlerin anlaşılması için  Irkçı-Turancı  fikir akımının mahiyetinin açıkça belirtilmesi gerekir. 

 

I r k ç ı l ı k : 

          Aynı fizik özellikleri taşıyan topluluklara  “ırk”  denir. Kan, kafatası ölçüleri, cilt rengi, boy , yüz biçimi gibi değişik fizik özellikler, insanları çeşitli ırklara ayırmak için kullanılmıştır. 

         Zamanla ırklar arasında zeka ve ruhi kabiliyetler bakımından da fark olduğunu savunan ırkçı nazariyeler doğmuştur.

            İstilacı kavimler, istila ettikleri ülkelerin insanlarını köleleştirmişler. Bu durumu haklı göstermek için de kendilerinin üstün, onların aşağı ırklara mensup olduklarını iddia etmişler. Bu fikirle istismar düzeninin haksızlığını örtmüş ve saklamışlar.

            Batı emperyalizmi de sürdürdüğü istismar düzenini meşru göstermek ve bu haksız durumun tabii olduğu inancını yerleştirmek için üstün ırk nazariyesini yarattı ve ilmi bir gerçek gibi kabul ettirmeye çalıştı.

            Irkçılara göre ırklar,üstün ırk ve aşağı ırklar diye ayrılır. Renkli ırklar aşağı ırklardır. En yüksek ırk Avrupalıların mensup olduğu, uygarlığı yaratan Aryen dedikleri (böyle bir ırk yoktur, bir dil zümresidir) beyaz ırktır. Cermen ırkı da beyaz ırkın en az karışmış, en saf, en yüce mümesilidir. 

            Almanların milli gururunu okşayan bu nazariye kısa zamanda yayıldı. Cermen ırkının istisnai yüksek niteliklere sahip bir ırk olduğu ve diğer milletleri idare etmesi gerektiği fikri yerleşti. Bu, Almanya’nın dünya egemenliği iddiasına bir destek oldu.

        Üstün ırk nazariyesi hiçbir ilmi esasa dayanmaz. İnsan grupları zeka ve ruhi kabiliyetler bakımından eşittirler. Uygarlık, ırki özelliklerin değil, tabii çevrenin, tarihi şartların eseridir; belirli kıta ve milletlerin tekelinde değildir. Tarihi oluş içinde yüksek uygarlık yaratmış toplumlar gerilediği gibi barbar toplumlar da yüksek uygarlık düzeyine erişmişlerdir.  

        Örneğin, Çin, Mısır, Anadolu ve Mezopotamya’da yüksek uygarlıkların yaratıldığı çağlarda Cermenler ilkel kabileler halinde yaşayan barbar topluluklardı. 

              Aynı ırktan bir topluluğun geri, birinin uygar olduğu da görülüyor. 

              Nazariyenin doğruluğu kabul edilse, tarih boyunca uygarlığı aynı ırkın yaratması gerekmez mi ? Oysa hiç de böyle olmamıştır.

            Çeşitli milletleri karakterize ettiği söylenen cimrilik, nüktedanlık, savaşçılık gibi bazı vasıflar, ekonomik, sosyal şartların etkisiyle meydana gelmişlerdir. Bu şartlar değişince aynı vasıfların da değiştiği görülür. 

            Irka esas alınan bedeni vasıflar, tabii çevrenin ve üretim biçiminin etkisiyle sürekli bir değişime uğrarlar. Özellikle, ırkların birbirleriyle temas etmesi  (göç, istila, evlenme gibi)  değişimi hızlandırmış, ayrıca karmaşık vasıflı fertler meydana gelmiştir.  Böylelikle dünyada  -Eskimolar, Hottantolar gibi ilkel kavimler dışında-  saf bir ırk kalmamıştır. Ailenin fertleri arasında bile çoğunlukla aynı ırki özellikler görülmez. 

            Irki özelliklerin kanla nesilden nesile geçtiği ve asaleti kanın belirlediği iddia edilmiştir. Oysa kan grubu bakımından şempanzelere en yakın ırk, üstün ırk sayılan Avrupalılardır. Kan grupları ırk karakterlerinden, ırk kavram ve sınıflamasından tamamen bağımsızdır. 

            18. ve 19. yüzyılların millet anlayışında ve geri ülke halklarının milli uyanışlarında ırk önemli bir unsurdur. O çağın milliyetçilik hareketlerinde az çok bir ırkçılık kokusu vardır. Fakat bunun dozu değişiktir. Bazılarında, özellikle egemen ırklarda bu tamamen şoven, başka ırkları aşağı gören, onlara hayat hakkı tanımayan bir şekle girer. Artık milletten değil, ırktan söz edilir. Saf kan at yetiştirir gibi saf kan millet yaratmak istenilir ve bütün yabancı unsurlar yok edilmeye çalışılır. 

            Irkçı millet anlayışında ne dil, ne din birliği, ne de tarihi bağlılık gibi şartlar aranmaz. Ekonomik birlik, birlikte yaşama zarureti söz konusu edilmez.  Önemli olan aynı soydan gelmek, aynı kanı taşımaktır. 

 

T u r a n c ı l ı k :  

          “Bütün dünya Türklerinin birleşmesi, bir siyasi birlik meydana getirmesi”  diye tanımlanabilir. 

       Türkiye’de, Turan adlı bir ülkeden, büyük bir Türk yurdundan ilk defa söz eden Ziya Gökalp olmuştur.Macaristan veya Kafkasya’dan gelen bu Turan ülküsünü Gökalp şöyle anlatır. 

            “Turan hayali bir vatan değildir. Asya’da biribirine bitişik olarak yayılmış olan Türk illeri Osmanlı Türk’ünün sancağı altında toplanarak büyük bir hakanlık teşkil edecekler. İşte Turan bu büyük Türklüğün vatanıdır.”

            Turancılığı doğuran 2 kaynak vardır. Bunlardan biri Macaristan, diğeri Kafkasya’dır. 

            19. yüzyılda Macaristan’da Panislavizm’in emperyalist emellerine karşı koymak için Turancılık bir fikir akımı olarak doğdu.  Amacı, İslamiyetten önce Turan diye adlandırılan  Orta ve Güney Asya’da yaşayan, gerek dil, gerekse ırki özellikler bakımından birbirine yakın Türk, Fin, Macar, Moğol milletlerinin siyasi birliğini sağlamaktı. 

            Çarlık Rusyası devrinde, Rusların egemenliğindeki Türkler arasında milliyetçi bir hareket vardı. Fakat başarıya ulaşacak bir gelişme gücünden yoksundu. Kafkasyalı milliyetçiler, Türk Devleti’nden yararlanarak, fakat onun dışında , milli kurtuluş hareketini yürütmek istiyorlardı.  Bu amaçla 2. Meşrutiyet’ten sonra Yusuf Akçora, İyaz İshaki, Sadri Maksudi gibi Kafkasyalı Türkler Türkiye’ye geldiler. Davalarını, Turancılık, Büyük Türk Birliği olarak ortaya attılar. Türkçülük akımını, Türk Yurdu Dergisi ve Türk Ocakları kanalıyla,  amaçları yönünde kanalize ettiler.  

     Bu, Almanya’nın da işine yaradı. Almanya, Rusya’yı parçalamak istiyordu. Bunun için Turancılık’tan daha iyi bir araç bulunamazdı. Her bakımdan destekledi ve geliştirdi. 

           Almanya’nın Turancılığı desteklemesi, Rus egemenliğindeki Türki halkların milli kurtuluşları için değil, kendisine sömürge olacak Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir Turan Ülkesi yaratmak, Büyük Almanya hayalini gerçekleştirmek içindi. Bu akım bundan sonra tamamiyle Alman emperyalizminin hizmetinde, onun tarafından idare edildi. 

 

M i l l i y e t ç i l i k   G ö r ü ş l e r i : 

            Irkçı-Turancılara göre millet, aynı soydan gelen kimselerin teşkil ettiği siyasi birliktir. Bu amacı gerçekleştirmek için, bir yandan siyasi birliklerde bulunan kandaşlarını kurtarmaya, diğer yandan kendi içinde bulunan etnik grupları yok etmeye, eritmeye çalışırlar. 

           Bu fikir akımının emperyalist dış yönü olan Turancılık, uygulanacak gücü olmadığından, sadece basında sözü edilen bir ucuz edebiyat konusu olmaktan öteye geçemez. Bu yüzden bütün çalışmaları içte yoğunlaşır ve egemen ırktan olmayanlar için ezici olur. 

          Onlara göre Türkiye’de saf kan bir Türk Milleti yetiştirmek, bunun için de çeşitli etnik grupların yok etmek gerekir. Aşağı ırktan olan diğer etnik grupların varlığı, yüksek ırka mensup Türk ırkının bu niteliğini bozma tehlikesini yaratır. 

            Türkiye’de sayı ve yerleştikleri bölgenin önemi bakımından üzerinde en çok durulan Kürtler’dir. Peşin bir yargıyla Kürtler en büyük düşman kabul edilmiştir. AP’nin eski Sağlık Bakanı Suat Seren, Kürtler’in Ruslar’dan büyük düşman olduklarını, -doğum kontrolu ile ilgili konuşmasında-  TBMM kürsüsünden söylemek suretiyle onların fikrine tercüman olmuştur. Amaçlarının gerçekleşmesi için Kürtler’in muhakkak yok edilmesi gerekir.

           

S o n u ç :   

      Türkiye çeşitli etnik grupların bir haritasıdır. Irkçı görüşler tepkiyle karşılanır, Türk ırkçılığı karşısında azınlık ırkçılığı gelişir. Bunun, Türkiye’nin parçalanması ile sonuçlanabileceğini söylemeye lüzum yoktur. Böyle bir sonuç, her şeyden evvel Türk Halkı için zararlı olacaktır.

            Demek ki Irkçı-Turancı fikir akımının en çok zarar vereceği toplum, Türk Halkı’dır.  

       Türk Halkı, emperyalist kuvvetlerin egemenliklerini sağlama aracı olan ve onlar tarafından desteklenip geliştirilen bu sapık ideolojiye kendi mutluluğu ve güvenliği için karşı çıkmak zorundadır. Türkiye’deki diğer etnik gruplar da hem kendi varlıklarını koruma, Nazilerin 6 milyon Yahudi’yi gaz fırınlarında yakması gibi korkunç felaketlere hedef olmama, hem de Türkiye’deki bütün kardeş halkların mutluluğu ve Türkiye’nin güvenliği için Irkçı-Turancı fikirlere ve davranışlara savaş açmalıdırlar. 

         Türk Halkı’nın ve Doğu’da yaşayan Kürtler’in en büyük düşmanı Irkçı-Turancı fikir akımını yürüten faşist sağ kanattır. Temel felsefesi bakımından kendisiyle uzlaşma, hatta kendisine karşı pasif kalma imkanı yoktur. Halkın mutluluğu ve Türkiye’nin güvenliği için açılan savaşın ilk hedefi bu olmalıdır.  

Baran (Mehmet Ali Aslan)

( YENİ  AKIŞ  Eylül 1966  Sayı 2 )