( Varto depremiyle ilgili olarak yayımlanan iki yazıdan birincisi )
Ö l ü m :
Doğu, ölümün her kılıkta, her renkte kol gezdiği bir ülke. Saldırgan ordular yüzyıllar boyu cirit atmış burda, onbinlerce insanı kırıp geçirmiş. Sıtma gelmiş, sarı sarı, yine binlercesi erimiş bu hastalığın cenderesinde. Kızamık, binlerce yavruyu gözü yaşlı anasının kucağından alıp götürmüş. Daha nice hastalıklar mezarlıklarda binlere bin katmış.
Doğu, gizli bir açlığın pençesinde kıvranıp durur. Yeterince beslenemez ve Doğu insanı gıdasızlıktan her gün biraz daha ölüme yaklaşır.
Doğuluyu aşiret deyip bölmüşler, mezhep deyip biribirine düşürmüşler, her şeyi bir ayırım nedeni olarak ortaya atıp düşman kamplara ayırmışlar. Kinleri, düşmanlıkları bileyip Doğu insanını birbirine kırdırmışlar.
Cumhuriyet öncesi aşiret kavgalarının kurbanları, büyük savaşların insan kaybından fazlaydı. Cumhuriyet dönemindeki baskı cenderesi bu kavgaları bir süre azalttı. Fakat ekonomik ve sosyal nedenlerine dokunulmadığı için şiddetli baskı hafifleyinca yeniden başladı.
Kan gütme davaları bütün şiddetiyle sürüp gidiyor. Kardeş kardeşi vuruyor. Doğan her çocuğun boynunda bir idam fermanı var. Yine yüzlerce kurban, yine sönen ocaklar ve cehennemden korkunç güvensizlik ortamı.
Buna çare bulunması bir yana, bu olaylar çok defa yöneticilerden teşvik görüyor. Felaketler zinciri uzadıkça uzuyor.
Doğu’nun mezarlıkları hastalıktan, gizli açlıktan, kan gütme davaları ve aşiret kavgalarında ölenlerle dolu. Ve her deresi bir katliamın acı hatırasını taşır.
Bu yüzden Doğu’da her türkü, her öykü bir ağıttır. İnsanın yüreğini ezen yanık havaların tümünde bu ölümler ve nedenleri dile gelir.
Y a ş a m a k :
Doğu’da yaşamak sürünmektir. Açlığın, hastalığın, işsizliğin, güvensizliğin, maddi manevi çeşitli baskıların korkunç cenderesinde kıvranmaktır ; acıdan kahrolmaktır.
Doğu insanı bütünüyle mağaradan kurtulamamıştır. Karanlık ininde hayvanıyla beraber yatar.
Çoğu katıksız arpa ekmeğini zor bulur. Bazı yerlerde buğday ekmeği ancak kıymetli misafirlere sunulan bir çerezdir. Doğulu gizli açlığın pençesinde inler ve her gün biraz daha erir ve biter.
Köylerin büyük bir kısmı susuzluktan kavrulur, kurtlu sular içilir burda.
Dağlarda eşkiyalar var; halkı soyan, hükümeti tedirgin eden. Çoğunu işsizlik, açlık, haksızlık, baskı ve kan gütme davaları sürmüştür buraya. Cehaleti, ona kaderini paylaştığı diğer insanları soydurtur, vurdurtur.
Aşiret kavgaları ve kan gütme davaları yüzünden Doğu insanı her an ölümün eşiğinde, kahredici bir korku ile dolaşır. Kırk yıl önce aşiretinden birinin işlediği cinayetin hesabı kendisinden sorulur.
Hükümetlerin davranışına karşı olan tepkilerden -ilgisi olsun olmasın- sorumlu tutulur; karısı ve çocuklarıyla yok edilir.
Jandarma baskısı ve zulmü, memurun rüşvet derdi, yöneticinin sömürgeci anlayışı onu canından bezdirir, hayata geldiğine pişman ettirir.
İşte Doğu’da yaşamak budur.
D e p r e m v e D o ğ u E d e b i y a t ı :
Doğu’da dünyanın en şiddetli depremlerinden biri oldu. Binlerce kardeşimiz, bacımız öldü. Binlercesi yaralı ve onbinlercesi açıkta kaldı Kaybımız büyük, acımız sonsuzdur.
Doğu’daki felaketler zincirine bir yenisi olarak eklenen depremin özelliği, yaptığı tahribatın sonucunda değil, yukarıda açıklanan, yaşamakla ölümün arasındaki farkın belirsizleştiği bir bölgenin, insanlığı utandırıcı yürekler acısı durumunu bütün çıplaklığı ile göz önüne sermesidir. Bu, duygusal Doğu Edebiyatını yeniden sahneye çıkarmıştır.
Her yıl hastalıktan, gizli açlıktan, aşiret kavgaları ve diğer nedenler yüzünden ölenlerin sayısı elbetteki daha kabarıktır. Fakat bunlar olağan sayılmıştır. Adeta Doğu’nun bunlarsız olamayacağı düşünülmüş ve kaderinin değişmezliği kabul edilmiştir. Çünkü bu ölümler, insan olarak, toplum olarak davranışlarımızın bir sonucudur ve bundan hepimiz sorumluyuz. İşin ucu gelip bize dayanınca, ezme ve sömürmeden vazgeçme fedakarlığını göze alamayınca, meselenin ört bas edilmesini, gizli kalmasını istiyoruz. Çünkü mesele tartışılınca bütün çıplaklığı ile ortaya çıkacak, bizim de sömürücü durumumuz aydınlanacak. En iyisi, sadece kapalı kapılar ardında, iç ve dış politika oyunlarında nasıl koz olarak kullanılacağı konuşulan bu meselenin tartışılmasına engel olmak, böyle bir mesele olmadığını kabul ettirmek. İşte yöneticilerin ve çıkarcı çevrelerin tutumu budur.
Fakat deprem insanlardan değil Tanrıdan geldi. Bunun hesabı insanlardan sorulmaz, sadece Tanrıya sitem edilir.
İşte Doğu’yu cehaletle, açlıkla, hastalıkla, işsizlikle başbaşa bırakma, kalkınmasını engelleme günahının kefaretini ödemek için güzel bir fırsat. Biraz da Doğu Halkı’nı bu duygusal edebiyatla kandırma, avutma taktiği.
Ah Doğu, vah Doğu… diyeceksin. Meselelerin temel nedenlerine inmeden, Doğu’yu kalkındırmanın nasıl mümkün olacağını, Doğu meselesinin çözüm yolunu gerçekçi bir açıdan ortaya atmadan, meseleyi kökünden halledecek davranışlara yönelmeden ölenlerin hatırasına ağıtlar yakacaksın. Depremin ilk günlerdeki şiddetli etkisi geçince bu Doğu Edebiyetı da unutulacak ve Doğu Halkı yine açlık, sefalet ve cehalet olan kaderiyle başbaşa bırakılacak.
Sadece ilk günlerin acil yardım tedbirlerine önem verilmemeli. Çünkü dost, düşman bütün dünya milletleri bu gibi felaketlerde hemen yardıma koşar ve koşmuştur.
Vergisini veren, sınırda nöbet bekleyen, fabrikamızda işçi, tarlamızda ırgat olarak çalışan vatandaşlarımız ve Milli Kurtuluş Savaşı’nı başarıya ulaştırıp bağımsız yaşamamızı sağlayan kardeşlerimiz olarak onlara karşı daha başka görevlerimiz vardır.
Açlıktan, sefaletten, cehaletten kurtulup insanca yaşama imkanlarına kavuşmak, onlar için bir hak, bunu sağlayacak tedbirleri alma, refah ve güvenlik düzenini gerçekleştirme iktidarlar için bir görevdir.
Doğulu vatandaş, devletin temsilcisi olarak sadece jandarmayla tahsildarı tanımış, devletin görevi olarak da vergi alma ve askere çağrılmayı görmüştür. Bunun dışında sadece seçimlerde parlak nutuklar çekmek için gidilmiştir.
Deprmden sonra Prof. Reşat İzbırak “Bu bölgede, hasarın çok olması depremin şiddetiyle ilgili olmakla beraber, yapıların çoğunluğunun çürüklüğünden ve dayanıksızlığından ileri geldiğini kabul etmek doğru olur.” Demiştir.
Deprem bölgesi olduğu bilinen bu yerlerde uygun barınaklar yapılmış olsaydı, ölenlerden büyük bir kısmı şimdi aramızda bulunacaktı. Bunlar depremin değil, doğrudan doğruya Doğu’yu geri bırakan iktidarların kurbanıdırlar.
D o ğ u S o r u n u :
Doğu Sorunu’nu ortaya attınız mı, tartışılmasını istdiniz mi ve hele Doğu Halkı’nı gerçek adıyla adlandırdınız mı, hükümet, emniyet, siyasi partiler, gençlik kuruluşları, basın koro halinde “aman Kürtçüler”, “aman milli tehlike”, “aman komünist veya Amerikan tahriki” diye bağırıyor, saldırıya geçiyorlar.
Ne ister bunlar. Doğulu vatandaşın bütün baskılardan uzak, güvenlik içinde insanca yaşama imkanlarına kavuşmasına neden karşı çıkılır. Doğu Halkının uyanışı neden “milli felaket” olarak gösterilir. Bu allerjinin, bu ürküntünün, bu korkunun, bu telaşın sebebi nedir.
Müreffeh Türkiye ideali Doğu kalkınması olmadan gerçekleşemez. Türk Halkının çağdaş uygarlık düzeyine erişme çabası Doğu Halkının işbirliği sağlanmadan başarıya ulaşamaz.
Doğu kalkınmasının gerçekleşmesi, Doğu ve Batı Halklarının samimi işbirliğinin sağlanması, nasıl mümkün olur, bunu yolu nedir ? Bu da ancak meseleleri bütün önyargıları bir yana bırakarak korkusuzca tartışmak, gerçekleri söylemekten çekinmemek, olaylara ilmi, gerçekçi bir açıdan bakmak ve değerlendirmek suratiyle olur.
Ne yazık ki bugün meseleler ters açıdan ele alınıyor. Depremin acı hatırası biraz küllenince duygusal ahlı, vahlı Doğu Edebiyetı da unutulacaktır.
D o ğ u d a k ı ş ö l ü m d ü r :
Kış, Doğu’da hayatı öldürür. Kar bir kefen gibi her yanı örter. Uzun kış mevsimine ve şiddetli soğuklara karşı Doğu insanının korunacak nesi var ? İyi bir barınak mı, soğuktan korunacak elbisesi mi, yeter kalori ve vitamin sağlyacak gıda mı, yakacak odun, tezek ve kömür mü? Evet, neyi var Doğulunun?
Çoluk çocukla yorganlara sarınarak soğukta tiril tiril titrer. Midesi bir kaşık çorbanın özlemi ile burkulur. Dışarıda tipi zalim bir düşman gibi bütün yollarını keser, bütün umutlarını yıkar.
Doğu’da kış, Uludağ’da kayak zevki, bahçede kar topu oyunu, kardan adam yapma eğlentisi değil, acı, kahredici beyaz bir ölümdür.
Deprem, binlerce insanı hastalıktan, açlıktan, kan gütme davaları ile aşiret kavgalarında ölenlerin yanına gönderdi. Bu, yakınları ve bizim için unutulmaz büyük bir acıdır.
Fakat öyle bir ortamda yaşıyoruz ki ölenlere değil, sağ kalanların yarınki, şiddetli kış soğukları karşısındaki perişan hallerine ağlıyoruz.
Bugün alınan acil yardım tedbirlerinin etkisi kısa sürelidir. Duygusal Doğu Edebiyatı da birkaç hafta sonra bırakılacaktır.
Köklü tedbirler alınmazsa evi barkı yıkılmış, çalışan erkeğini kaybetmiş binlerce aile, kışın şiddetli soğukları ve bölgenin kapanan yolları karşısında çaresiz ölümü bekleyecektir. Bu, Doğu’nun bütün felaket yıllarında böyle olmuştur.
Ç a ğ r ı :
Sadece hükümeti değil, siyasi partileri, sendikaları, dernekleri, gençlik teşeküllerini, üniversiteleri, basını ve bütün Türkiye Halkını,
Alınan acil yardım tedbirleri yanında hasar gören bölge halkının, kış gelmeden barınak, yiyecek, giyecek ihtiyaçlarının uzun süreli olarak karşılanması ve üretime geçmelerini sağlayacak kredi ve üretim araçlarının verilmesi için yardıma,
Doğu sorununa insani ve gerçekçi bir çözüm yolu bulmaya, Doğu bölgesinin kalkınması ve Doğu Halkının insanca yaşama düzeyine erişmesi için gerekli tedbirleri almaya, Doğu Halkına karşı girişilen saldırıların ve yapılan baskının son bulması için mücadeleye çağırıyoruz.
Çağrımız samimiyetle karşılanır, Doğu sorununun önyargılara kapılmadan tartışması yapılarak insani ve gerçekçi bir çözüm yolu bulunursa müreffeh Türkiye ideali de gerçekleşme yoluna girecektir.
(Mehmet Ali Aslan)
YENİ AKIŞ Eylül 1966 Sayı 2