Irkçılık – Turancılık

          Yeni Akış’ın 1. sayısında yayımlanan ve Doğu’daki Kürtleri, silahlı Kazak-Kırgız aşiretlerini oraya yerleştirmek suretiyle yok etmek fikrini savunan İsmet Tümtürk ve Nihal Atsız’ın yazıları bütün Türkiye kamuoyunda geniş tepki yarattı.
         Yazarları bu şekilde düşünmeye ve yazmaya zorlayan nedenlerin anlaşılması için  Irkçı-Turancı  fikir akımının mahiyetinin açıkça belirtilmesi gerekir. 

 

I r k ç ı l ı k : 

          Aynı fizik özellikleri taşıyan topluluklara  “ırk”  denir. Kan, kafatası ölçüleri, cilt rengi, boy , yüz biçimi gibi değişik fizik özellikler, insanları çeşitli ırklara ayırmak için kullanılmıştır. 

         Zamanla ırklar arasında zeka ve ruhi kabiliyetler bakımından da fark olduğunu savunan ırkçı nazariyeler doğmuştur.

            İstilacı kavimler, istila ettikleri ülkelerin insanlarını köleleştirmişler. Bu durumu haklı göstermek için de kendilerinin üstün, onların aşağı ırklara mensup olduklarını iddia etmişler. Bu fikirle istismar düzeninin haksızlığını örtmüş ve saklamışlar.

            Batı emperyalizmi de sürdürdüğü istismar düzenini meşru göstermek ve bu haksız durumun tabii olduğu inancını yerleştirmek için üstün ırk nazariyesini yarattı ve ilmi bir gerçek gibi kabul ettirmeye çalıştı.

            Irkçılara göre ırklar,üstün ırk ve aşağı ırklar diye ayrılır. Renkli ırklar aşağı ırklardır. En yüksek ırk Avrupalıların mensup olduğu, uygarlığı yaratan Aryen dedikleri (böyle bir ırk yoktur, bir dil zümresidir) beyaz ırktır. Cermen ırkı da beyaz ırkın en az karışmış, en saf, en yüce mümesilidir. 

            Almanların milli gururunu okşayan bu nazariye kısa zamanda yayıldı. Cermen ırkının istisnai yüksek niteliklere sahip bir ırk olduğu ve diğer milletleri idare etmesi gerektiği fikri yerleşti. Bu, Almanya’nın dünya egemenliği iddiasına bir destek oldu.

        Üstün ırk nazariyesi hiçbir ilmi esasa dayanmaz. İnsan grupları zeka ve ruhi kabiliyetler bakımından eşittirler. Uygarlık, ırki özelliklerin değil, tabii çevrenin, tarihi şartların eseridir; belirli kıta ve milletlerin tekelinde değildir. Tarihi oluş içinde yüksek uygarlık yaratmış toplumlar gerilediği gibi barbar toplumlar da yüksek uygarlık düzeyine erişmişlerdir.  

        Örneğin, Çin, Mısır, Anadolu ve Mezopotamya’da yüksek uygarlıkların yaratıldığı çağlarda Cermenler ilkel kabileler halinde yaşayan barbar topluluklardı. 

              Aynı ırktan bir topluluğun geri, birinin uygar olduğu da görülüyor. 

              Nazariyenin doğruluğu kabul edilse, tarih boyunca uygarlığı aynı ırkın yaratması gerekmez mi ? Oysa hiç de böyle olmamıştır.

            Çeşitli milletleri karakterize ettiği söylenen cimrilik, nüktedanlık, savaşçılık gibi bazı vasıflar, ekonomik, sosyal şartların etkisiyle meydana gelmişlerdir. Bu şartlar değişince aynı vasıfların da değiştiği görülür. 

            Irka esas alınan bedeni vasıflar, tabii çevrenin ve üretim biçiminin etkisiyle sürekli bir değişime uğrarlar. Özellikle, ırkların birbirleriyle temas etmesi  (göç, istila, evlenme gibi)  değişimi hızlandırmış, ayrıca karmaşık vasıflı fertler meydana gelmiştir.  Böylelikle dünyada  -Eskimolar, Hottantolar gibi ilkel kavimler dışında-  saf bir ırk kalmamıştır. Ailenin fertleri arasında bile çoğunlukla aynı ırki özellikler görülmez. 

            Irki özelliklerin kanla nesilden nesile geçtiği ve asaleti kanın belirlediği iddia edilmiştir. Oysa kan grubu bakımından şempanzelere en yakın ırk, üstün ırk sayılan Avrupalılardır. Kan grupları ırk karakterlerinden, ırk kavram ve sınıflamasından tamamen bağımsızdır. 

            18. ve 19. yüzyılların millet anlayışında ve geri ülke halklarının milli uyanışlarında ırk önemli bir unsurdur. O çağın milliyetçilik hareketlerinde az çok bir ırkçılık kokusu vardır. Fakat bunun dozu değişiktir. Bazılarında, özellikle egemen ırklarda bu tamamen şoven, başka ırkları aşağı gören, onlara hayat hakkı tanımayan bir şekle girer. Artık milletten değil, ırktan söz edilir. Saf kan at yetiştirir gibi saf kan millet yaratmak istenilir ve bütün yabancı unsurlar yok edilmeye çalışılır. 

            Irkçı millet anlayışında ne dil, ne din birliği, ne de tarihi bağlılık gibi şartlar aranmaz. Ekonomik birlik, birlikte yaşama zarureti söz konusu edilmez.  Önemli olan aynı soydan gelmek, aynı kanı taşımaktır. 

 

T u r a n c ı l ı k :  

          “Bütün dünya Türklerinin birleşmesi, bir siyasi birlik meydana getirmesi”  diye tanımlanabilir. 

       Türkiye’de, Turan adlı bir ülkeden, büyük bir Türk yurdundan ilk defa söz eden Ziya Gökalp olmuştur.Macaristan veya Kafkasya’dan gelen bu Turan ülküsünü Gökalp şöyle anlatır. 

            “Turan hayali bir vatan değildir. Asya’da biribirine bitişik olarak yayılmış olan Türk illeri Osmanlı Türk’ünün sancağı altında toplanarak büyük bir hakanlık teşkil edecekler. İşte Turan bu büyük Türklüğün vatanıdır.”

            Turancılığı doğuran 2 kaynak vardır. Bunlardan biri Macaristan, diğeri Kafkasya’dır. 

            19. yüzyılda Macaristan’da Panislavizm’in emperyalist emellerine karşı koymak için Turancılık bir fikir akımı olarak doğdu.  Amacı, İslamiyetten önce Turan diye adlandırılan  Orta ve Güney Asya’da yaşayan, gerek dil, gerekse ırki özellikler bakımından birbirine yakın Türk, Fin, Macar, Moğol milletlerinin siyasi birliğini sağlamaktı. 

            Çarlık Rusyası devrinde, Rusların egemenliğindeki Türkler arasında milliyetçi bir hareket vardı. Fakat başarıya ulaşacak bir gelişme gücünden yoksundu. Kafkasyalı milliyetçiler, Türk Devleti’nden yararlanarak, fakat onun dışında , milli kurtuluş hareketini yürütmek istiyorlardı.  Bu amaçla 2. Meşrutiyet’ten sonra Yusuf Akçora, İyaz İshaki, Sadri Maksudi gibi Kafkasyalı Türkler Türkiye’ye geldiler. Davalarını, Turancılık, Büyük Türk Birliği olarak ortaya attılar. Türkçülük akımını, Türk Yurdu Dergisi ve Türk Ocakları kanalıyla,  amaçları yönünde kanalize ettiler.  

     Bu, Almanya’nın da işine yaradı. Almanya, Rusya’yı parçalamak istiyordu. Bunun için Turancılık’tan daha iyi bir araç bulunamazdı. Her bakımdan destekledi ve geliştirdi. 

           Almanya’nın Turancılığı desteklemesi, Rus egemenliğindeki Türki halkların milli kurtuluşları için değil, kendisine sömürge olacak Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir Turan Ülkesi yaratmak, Büyük Almanya hayalini gerçekleştirmek içindi. Bu akım bundan sonra tamamiyle Alman emperyalizminin hizmetinde, onun tarafından idare edildi. 

 

M i l l i y e t ç i l i k   G ö r ü ş l e r i : 

            Irkçı-Turancılara göre millet, aynı soydan gelen kimselerin teşkil ettiği siyasi birliktir. Bu amacı gerçekleştirmek için, bir yandan siyasi birliklerde bulunan kandaşlarını kurtarmaya, diğer yandan kendi içinde bulunan etnik grupları yok etmeye, eritmeye çalışırlar. 

           Bu fikir akımının emperyalist dış yönü olan Turancılık, uygulanacak gücü olmadığından, sadece basında sözü edilen bir ucuz edebiyat konusu olmaktan öteye geçemez. Bu yüzden bütün çalışmaları içte yoğunlaşır ve egemen ırktan olmayanlar için ezici olur. 

          Onlara göre Türkiye’de saf kan bir Türk Milleti yetiştirmek, bunun için de çeşitli etnik grupların yok etmek gerekir. Aşağı ırktan olan diğer etnik grupların varlığı, yüksek ırka mensup Türk ırkının bu niteliğini bozma tehlikesini yaratır. 

            Türkiye’de sayı ve yerleştikleri bölgenin önemi bakımından üzerinde en çok durulan Kürtler’dir. Peşin bir yargıyla Kürtler en büyük düşman kabul edilmiştir. AP’nin eski Sağlık Bakanı Suat Seren, Kürtler’in Ruslar’dan büyük düşman olduklarını, -doğum kontrolu ile ilgili konuşmasında-  TBMM kürsüsünden söylemek suretiyle onların fikrine tercüman olmuştur. Amaçlarının gerçekleşmesi için Kürtler’in muhakkak yok edilmesi gerekir.

           

S o n u ç :   

      Türkiye çeşitli etnik grupların bir haritasıdır. Irkçı görüşler tepkiyle karşılanır, Türk ırkçılığı karşısında azınlık ırkçılığı gelişir. Bunun, Türkiye’nin parçalanması ile sonuçlanabileceğini söylemeye lüzum yoktur. Böyle bir sonuç, her şeyden evvel Türk Halkı için zararlı olacaktır.

            Demek ki Irkçı-Turancı fikir akımının en çok zarar vereceği toplum, Türk Halkı’dır.  

       Türk Halkı, emperyalist kuvvetlerin egemenliklerini sağlama aracı olan ve onlar tarafından desteklenip geliştirilen bu sapık ideolojiye kendi mutluluğu ve güvenliği için karşı çıkmak zorundadır. Türkiye’deki diğer etnik gruplar da hem kendi varlıklarını koruma, Nazilerin 6 milyon Yahudi’yi gaz fırınlarında yakması gibi korkunç felaketlere hedef olmama, hem de Türkiye’deki bütün kardeş halkların mutluluğu ve Türkiye’nin güvenliği için Irkçı-Turancı fikirlere ve davranışlara savaş açmalıdırlar. 

         Türk Halkı’nın ve Doğu’da yaşayan Kürtler’in en büyük düşmanı Irkçı-Turancı fikir akımını yürüten faşist sağ kanattır. Temel felsefesi bakımından kendisiyle uzlaşma, hatta kendisine karşı pasif kalma imkanı yoktur. Halkın mutluluğu ve Türkiye’nin güvenliği için açılan savaşın ilk hedefi bu olmalıdır.  

Baran (Mehmet Ali Aslan)

( YENİ  AKIŞ  Eylül 1966  Sayı 2 )