Kürtçe Yayın

            Yazar arkadaşlarımız, faşistlerin ve sosyalistlerin millet konusundaki anlayışlarını, Kürt meselesine karşı takındıkları tavrı açıklamaya devam ediyorlar. Henüz ayrıntılarına girilmemiş olmakla beraber, ilk anda ortaya çıkan gerçek şudur. 

            Faşist sağ kanat, Türkiye’de sadece Türk ırkından olanlara hayat hakkı tanınmasını, diğer etnik grupların, kültür değerleriyle beraber bütün varlıklarının eritilmesini ister. Aynı ırk, aynı dil esası üzerine bir Türk Milleti yaratmaya çalışır.  Gerçek sosyalistler, Türkiye’nin asli unsuru olan Türk ve Kürt Halklarının birbirlerinin diline, etnik özelliklerine ve bütün kültür değerlerine  saygı göstermek suretiyle yan yana, kardeşçe yaşamaları gerektiği inancındadırlar. 

            Gerçekten sosyalist olmayan, fakat sosyalist olduklarını iddia eden  “ortanın solu”ndakiler ise milliyetçi eğitim sisteminin etkisinden kurtulamadıkları için, biçim değişikliğine rağmen esasta Türk faşistleri ile birleşiyorlar.  

            Bir devlet, yapısında bulunan halkların ve etnik grupların diline saygı göstermek ve kültür değerlerinin gelişmesi için imkan hazırlamak zorundadır. Bu, devletin bütünlüğü ve güvenliği için şarttır. 

            İnsanlar gibi toplumlar da, bir nevi maddi ve manevi varlıklarını koruma içgüdüsüne sahiptirler. Dilini ve kültür değerlerini ortadan kaldırmak, baskı yapmak, hatta gelişmesi için imkan hazırlamamak, fırsat vermemek devletin otoritesine, sosyal ve ekonomik faaliyet ve tedbirlerine karşı o toplumu aktif veya pasif direnişe götürür. Devletin yapısındaki halkları yabancılaştırır. Bu durum, devletin bütünlüğünü ve güvenliğini tehlikeye sokar.

            Devletin sağlam bir yapıya sahip olmasının ilk şartı, yapısındaki halkların birbirlerine ve devlete yabancılaşmaması, bunların sevgiyle kucaklaşması ve devleti kendi devleti olarak benimsemeleridir. 

            Vatandaş çalışma imkanları bulduğu, geleceği güven altında olduğu, maddi ve manevi varlığını geliştirebildiği bir ortamı hazırlayan devlete bağlanır. Dilini konuşup yazarken bile baskı ile karşılaşan vatandaşın, bu baskıyı doğuran devlet mekanizmasına karşı nasıl bir duygu besleyeceğini söylemeye lüzum var mı ?      

            Devletin, bünyesindeki etnik grup ve halkların dil ve kültür değerlerine saygı göstermesi, gelişmesi için fırsat ve imkan hazırlaması,  bütünlüğü ve güvenliği bakımından, aktif ve pasif direnişleri kırmak için de gereklidir. 

            Bu aynı zamanda  -insani yönünü bir yana bırakalım-  o halk ve etnik grupların milletin kalkınma hamlesine katılmasını sağlamak içindir.  Milli kalkınma, bütün vatandaşlar kendi arzuları ile bu kalkınma hamlesine katılmadıkça ve benimsemedikçe başarıya ulaşamaz. Bu da ancak bütün vatandaşlara maddi ve manevi varlıklarını geliştirecek eşit imkan ve fırsat vermek, dil ve kültür değerlerine saygılı olmakla mümkündür. Yabancılık duygusuna kapılan bir kitlenin, imkanı yok, kalkınma hamlesine arzusuyla katılmasını sağlayamazsınız. Bu hamleyi baltalamak için en azından pasif direnişe geçer. Az gelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarını izleyenler bu gerçeği çok iyi bilirler. 

            Basit bir örnek verelim. Resmi devlet dili dışında bir dil konuşan köye gidin. Kendi yararlarına olan çeşme veya okulun yapımına el birliği ile katılmalarını söyleyin. Kendi dilleri ile hitap etmedikçe onları ikna etmeniz mümkün değildir. Toplum kalkınmasında görev alanların bildikleri bir gerçektir bu. 

            Görülüyor ki etnik grupların ve halkların birbirlerine ve devlete yabancılaşmasını önlemek, onların kalkınma hamlesine katılmalarını sağlamak için ilk ve en basit şart, kendi dilleriyle onlara hitap edip, kültür değerlerinin gelişmesini sağlayacak imkanlar hazırlamaktır.

 

               Gelelim Türkiye’deki Kürtlerin durumuna.

               Türkiye’deki milyonlarca Kürt’ün ana dili Kürtçedir. Doğu illerinde Türkçe konuşamayanların oranı Mardin’de % 91, Siirt’te  % 87, Hakkari’de  % 61, Muş’ta  %53, Van’da  % 52’dir. Milli Kurtuluş Savaşını başarıya ulaştırıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni  kuran bu vatandaşlarımızdaki  yabancılık duygusunu kaldırmak ve memleket kalkınmasına katılmalarını sağlamak için her şeyden önce kendilerine ana dilleriyle hitap etmek zorundayız. Memleketseverliği, Türk Halkı’yla işbirliğini ve beraber yaşama zorunluluğunu, devletin bütünlüğüne ve güvenliğine yönelen ciddi tehlikelere nasıl karşı konulacağını, toplum kalkınmasındaki yerini ve önemini, hulasa kendisine vermek istediğimiz, bilmesini, öğrenmesini arzu ettiğimiz her şeyi ancak Kürtçe söylemek suretiyle anlatabiliriz. 

            Kürtçe konuşmak ve yayın yapmak, hukuki yönden de Anayasa’nın teminatı altında olan, kişiliğe bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlerdendir. 

            Anayasamızın 3. maddesi  “Resmi dil Türkçedir.”  der. Bununla sadece “resmi dil”in  Türkçe olduğu belirtilmiştir. Bunun dışında her dille konuşulabileceği ve yayın yapılabileceği, mefhumu muhalifinden anlaşılmaktadır. Türkiye’de diğer dillerle konuşulamayacağı ve yazılamayacağı hükmü konmak istenseydi  “resmi dil”  tabiri kullanılıp bir ayırım yapılmazdı. Kaldı ki insan hakları ilkelerine bağlı ileri bir anayasanın, yabancı dillerle öğrenim yapan yüksek öğrenim kurumlarının bulunduğu bir ülkede, memleketin asli unsurlarından olan o ülke vatandaşlarının dilini yasaklaması, hatta bu dille konuşma ve yayın yapma hakkını teminat altına almaması beklenemez. 

            Anayasanın 10. maddesi,  “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.”  

            “Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar.” 

            Anayasanın 20. maddesi de  “düşünce hürriyeti”ni, kişinin temel hakları arasında saymıştır. 

            “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir; düşünce ve kanaatlarını söz, yazı, resim ile veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklayabilir ve yayabilir.” 

            11. maddesi  “Kanun, kamu yararı, genel ahlak, kamu düzeni, sosyal adalet ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa, bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz.” der.  

            Demek ki kişinin, temel hakları arasında bulunan düşünce hürriyetinin  bir ifade aracı, aynı zamanda kişiliğe bağlı tabii haklardan olan kendi dili ile konuşması ve yayın yapması tabii hakkın özünü teşkil ettiği için kanunla dahi yasaklanamaz.  Kaldı ki mevzuatımızda Kürtçeyi yasaklayan herhangi bir hüküm yoktur. 

            Musa Anter’in  BIRİNA REŞ  (Kara yara)  adlı kitabının toplatılması talebinin reddine ait Diyarbakır Sulh Ceza Hakimliği’nin 16.2.1965 tarih ve 965/25 sayılı kararında  (Kitabın kısmen Kürtçe yazılmış olması da suç vasfı taşımamaktadır. Çünkü Anayasa sadece resmi dilin Türkçe olduğunu kabul ve emretmiştir. Bunun dışında hususi münasebetlerde ve işlerde Türkçe dışında herhangi bir dil ile konuşup anlaşmakta her vatandaş mutlak bir serbestliğe sahip olup bunun aksi kanun hükümleriyle müeyyide altına alınmış değildir.  Hal böyle olunca ve hususi hayatta Türkçe dışında şifahi konuşmalar suç olmadığına göre o şekilde bir kitabın yazılması da suç vasfı taşımamaktadır.)  denmek suretiyle Kürtçe yayının hukuki durumu çok güzel açıklanmıştır. 

            Hukuken suç olmayan ve yasaklanmayan Kürtçe yayın, sosyal baskı ve idari tedbirlerle engellenmeye çalışılmıştır. 

            1963 yılında Türkçe ve Kürtçe yayın yapan  DENG  Dergisi dolayısiyle İsmet İnönü’nün başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nda  “sırf Kürtçe yayın yaptığı için derginin kapatılamayacağı, böyle bir tedbirin alınması halinde dergiyi yayımlayanların Anayasa Mahkemesi’ne başvurup lehlerine hüküm alacakları, bu bakımdan takibata geçilmemesi gerektiği”  karara bağlanmış, fakat dergiyi yayımlayanlar başka yönlerden çeşitli baskılara maruz bırakılmışlardır. 

            Sosyal baskı ve idari tedbirlerle Kürtçe yayının engellenmesi, memleket yararına değildir. Bu gerçek gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır.

            Kürt Halkı, Kürtçe yayın yapan radyo istasyonları kanalıyla eğitilmektedir  ve bu istasyonların bir kısmı Türk Halkı’na düşman faşist güçlerin kontrolündedir. 

            Biz, yabancıların eğitimi yerine, Kürtlerin  -Türkçe yanında-  kendi dilleriyle de bizim tarafımızdan eğitilmesinin gerektiğine ve bunun devlet bütünlüğü ve güvenliği için bir zaruret olduğuna inanıyoruz. 

            Dildevletin kurucu unsuru değidir. Sosyalist ülkeleri bırakın, kapitalist ülkelerin hepsinde bile çeşitli diller konuşulur ve bu dillerle yayın yapılır. İşte ABD , işte İsviçre, işte İngiltere. Bunların hiç biri, ayrı diller konuşuldu, ayrı dillerle yayın yapıldı  diye bölünmedi, parçalanmadı. Arkadaşımız Kemal Burkay’ın örnek verdiği İran gibi devletler, birliklerini etnik grupların dillerine ve kültürlerine gösterdikleri saygıya borçludurlar. 

            Asıl memleketi bölücü ve parçalayıcı faşist zihniyetten vazgeçelim. Kürtçe yayını engellemenin ve baskı altına almanın, Doğu Halkı’nın duygularını inciten, onları Türk Halkı’na ve devlete yabancılaştıran tehlikeli bir davranış olduğu gerçeğini kavrayalım. Kürtçe yayını teşvik eden fırsat ve imkanları hazırlayalım. 

                                                                                                                 Baran ( Mehmet Ali Aslan)              

                                                                                           ( YENİ  AKIŞ  Ekim 1966  Sayı 3 )