Bağımsız adaylarla girilen 2007 milletvekili seçimlerinde barajın önleyici gücünün olmadığı görüldü. DTP Meclis’e girdi. İyi de oldu. Bu arada kafalara bazı sorular takıldı.
1995, 1999, 2002 seçimlerinde seçim sistemi aynıydı, baraj aynı barajdı. Kamuoyu yoklamalarında HADEP’in, DEHAP’ın oy oranı yüzde 5-6 arası tahmin ediliyordu. Parti olarak barajı aşmaları mümkün değildi. O dönemlerde, HADEP’in, DEHAP’ın bağımsız adaylarla seçime girmelerini ısrarla söyledik. Dinlemediler, baraja takıldılar. Hatta 2002 seçimlerinde kendilerini suçladık. “Devlete egemen güç, Kürtlerin, kimlikleriyle Meclis’e girmesine karşıdır. Siz bu politikalara uygun hareket ediyor ve Kürtlerin, kimlikleriyle Meclis’e girmesini önlüyorsunuz” dedik. Onların bu ağır suçlamamıza verdikleri cevap, bağımsız Kürt adayları ihanetle suçlamak oldu. Kendilerini destekleyen Kürt medyası da bu kampanyaya destek verdi ve Kürtler Meclis dışında kaldı.
Herkes şunu merak ediyor. Nasıl oldu da DTP’li profesyonel Kürt politikacılar, dün ihanetle suçladıkları bağımsız adaylığın, bugün uygun bir yöntem olduğunu keşfettiler?
AKP’nin halk desteği tahminlerin ötesinde artıyordu. Kamuoyu yoklamalarıyla bu artış trendi doğru olarak izleniyordu. AKP’nin Meclis’te Anayasa’yı değiştirecek ve cumhurbaşkanını yalnız başına seçtirecek bir çoğunluğu sağlaması mümkündü. Devlete egemen güç, bu ihtimali Cumhuriyet’in kurumlarına ve değerlerine yönelik büyük bir tehdit olarak görüyordu. Bunu önlemek lazımdı. Kürtler CHP’ye ve MHP’ye oy vermeyeceklerine göre, DTP’nin barajı aşmaması durumunda, bu oylara tekabül eden milletvekillikleri AKP’nin olacaktı. Oysa bağımsız adaylar için baraj sorunu olmadığından, seçimi kazanabilir ve AKP’nin 367 sayısına ulaşması engellenebilirdi. Devlete egemen güç açısından Kürt milletvekillerinin Meclis’e girmeleri “ehven-i şer”di. İstenen oldu.
Madem ki bağımsız adaylarla Meclis’e girmek mümkündü, neden bugüne kadar bu yol denenmedi? 1995 seçimlerinden bu yana geçen 12 yıl kaybedildi. Bu bir hatanın mı, yoksa bilinçli bir politikanın sonucu mudur? Bunun, devlete egemen gücün politikaları ve istemleriyle bir ilgisi var mıdır?
2007 seçimlerinin en önemli olaylarından birisi, Baskın Oran’ın, Türkiye’deki sosyalist, demokrat aydınların mutabakatıyla bağımsız aday olarak seçime girmesiydi. Baskın Oran bağımsız olan tek bağımsız adaydı. Ezber bozacak cesarete, donanıma ve güçlü bir kişiliğe sahipti. Meclis’te olması, baskı altındaki yoksul Kürt halkına da büyük yarar sağlayacaktı.
Ama bu, mevcut düzen için büyük bir tehlikeydi. Önlenmesi gerekirdi. Devlete egemen güç, ne yapıp edip Baskın Oran’ın seçilmesini engelleyecekti. Bunu DTP kanalıyla yaptı. DTP’liler Diyarbakır’da, İstanbul 1. Bölgede Türk solundan aydınları seçtirdiler. Ama Baskın Oran’ın karşısına kendilerinden bir aday gösterip Baskın Oran’ın seçilmesini engellediler. Oylar belliydi. Kendi adaylarının kesin olarak seçilemeyeceğini de biliyorlardı. Ama oyun, Baskın Oran’ı seçtirmemek üzerine kuruldu ve sistemin korkulu rüyası, ezber bozan Baskın Oran, DTP’nin yardımıyla seçtirilmedi. Bu, DTP ve selefleri partilere egemen olan profesyonel politikacılar hakkındaki kuşkuları daha da artırdı. Özellikle son 30 yıl içinde, çeşitli yönlerden gelen baskı ve saldırılarla, Kürtlerin legal alanda etkili olan politik ve aydın kadroları etkisizleştirildi. Dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmeleri iyi kavrayan, doğru değerlendiren ve bunları dikkate alarak, halkın ihtiyaçlarına, özlem ve taleplerine cevap veren, sorunlarına çözüm getiren, gerçekçi, uygulanabilir politikalar ve projeler üreten legal demokratik bir Kürt muhalefet hareketinin örgütlenmesi, DTP’li kadrolar ve bu konuda onları destekleyen güçler tarafından önlendi. Kürt muhalefet hareketlerinin tarihsel birikimi yok sayıldı ve Kürtlerin entelektüel kapasitesi dumura uğratıldı. Legal politik alan, hiçbir gerçekçi ve uygulanabilir politikası ve projesi olmayan profesyonel bir kadronun tekeline bırakıldı.
Kürtler Genellemesi
Çaresiz ve gelecekten umutsuz Kürt halkı, bugüne kadar ya hepsi milliyetçi/ulusalcı partilerden ehven-i şer olanına ya da sisteme duydukları tepkiden dolayı, sırf etnik kimlikleri nedeniyle, Kürt olan takıma oy vermek durumunda kaldı. Ciddi kuruluşların örnekleme yöntemiyle yaptıkları araştırmalarda, Türkiye’de en az 15 milyon Kürt’ün bulunduğu tespit edilmiş. Bu Türkiye nüfusunun yüzde 20’sinden fazladır. Kürt seçmen sayısının aynı oranda olması gerekir. DTP’nin desteklediği bağımsız adaylara verilen oyların toplam geçerli oy sayısına oranı yüzde 4’ün, Kürt seçmen sayısına oranı ise yüzde 20’nin altındadır. Kürt seçmenlerin yüzde 80’inden fazlası DTP’nin desteklediği bağımsız adaylara oy vermedi. Bu durumda, DTP’nin Kürtlerin temsilcisi olduğu iddiasını ciddiye almak mümkün müdür? Bu oy oranı da düşüş eğilimine girdi. Kaldı ki “Kürtler” diye bir genelleme yapmak doğru değildir. Kürt toplumu çeşitli sınıf ve tabakalardan oluşur. Etnik kimlikleri üzerindeki baskılar, bazı konularda ortak tepkilere yol açsa da, kendi aralarında büyük çıkar çatışmaları vardır. Kürtlerden söz ederken “hangi Kürtler” sorusunu sormamız gerekir.
AKP, CHP ve MHP’nin Meclis gruplarında, Türkiye’nin en yetenekli ve donanımlı aydınları ve uzmanları arasından seçilenler var. DTP grubunu Kürtlerin temsilcisi sayıp onların karşısında düşecekleri acz durumunu Kürtlere mal etmek büyük haksızlık olacaktır. Bugüne kadarki açıklamaları ve davranışları da pek iç açıcı olmadı. Böyle yanlış bir değerlendirme, Türkiye’nin demokratikleşme projesinin başarısını da zora sokacaktır.
Ortadoğu’da yeni dengelerin oluştuğu bir dönemdeyiz. Bölgenin en çok ezilen mazlum halkı olan Kürtler, bulundukları ülkelerin istikrarına ve demokratikleşmesine ne kadar katkı sağlarlarsa, o ölçüde sorunlarının çözümünü de kolaylaştırırlar.
Kürt toplumları, ancak, barışın egemen olduğu, istikrarlı ve demokratik bir Ortadoğu’da, diğer halklarla birlikte ve onlarla eşit bir statüde özgürlüğe ve refaha kavuşabilirler. Bunun için öncelikle, Kürt toplumlarının demokrasiyi içselleştirmeleri, izolasyondan kurtulup demokratik kurumların ve hareketlerin içinde yer almaları, kendi kurumlarında ve iç ilişkilerinde demokratik kurallara ve anlayışa uygun davranmaları gerekir. Ortadoğu’nun istikrarı ve demokratikleşmesinde en önemli unsur Türkiye’dir. AB’ye üye demokratik, istikrarlı ve kalkınmış bir Türkiye modeli, komşu ülkeler için de teşvik edici, bu yöndeki gelişmeleri destekleyici bir rol oynayacaktır. Bundan da en fazla yarar sağlayan Kürtler olacaktır.
Türkiye’deki Kürt toplumuna bakıldığında, umutsuz olmamakla beraber, fazla iyimser de olamıyoruz. Kürt toplumunun önemli bir kesimi ve diyaspora, dünyadan ve Türkiye’den izole yaşıyor. Önemli bir gettolaşma var. Politik alana, lider kültüne bağlı kadrolar egemen. Özgür düşünen ve hareket eden Kürt aydınları ve politik önderler, bu alandan tamamen tasfiye edildi ve etkisizleştirildi. Türkiye toplumunun yüzde 20’sinden fazlasını teşkil eden Kürtlerin iç ilişkilerinde, demokratik kurallar işlemez, özgür düşünme ve tartışmaya yer verilmezse, Türkiye’de demokrasiyi kurmak ve AB ile bütünleşmek de mümkün olmaz.
Ülkenin bir kesiminde lider kültüne bağlı totaliter anlayışa uygun bir yönetim, diğerinde demokrasi olabilir mi? Kürt kimliği üzerindeki baskılar kalkar, bölgesel kalkınma planıyla Doğu ve Güneydoğu her alandaki geri kalmışlıktan kurtulursa, tepki oylarıyla varlığını sürdüren DTP gibi partiler marjinalleşir. İnsanlar etnik, dinsel kimliklerine göre değil, ekonomik, sosyal menfaatlerine göre hareket eder ve buna uygun örgütlerde yer alırlar. Bu şekilde siyaset normalleşir. Demokratikleşmenin önündeki engeller de düşüncelerini ve davranışlarını milliyetçilikten arındırmış, politikanın odağına insanı yerleştiren Kürtlerin ve Türklerin işbirliği ve dayanışması ile aşılır.
Ağustos 2007
MEHMET ALİ ASLAN
Not: Bu yazı Radikal Gazetesi eki Radikal2’de 19/08/2007 tarihinde yayınlanmıştır, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7362 bağlantısından ulaşabilirsiniz.