Sosyalizm ve Kürtler

Sosyalizmin millet anlayışı :

İnsanların istismarı çeşitli biçimlerde olur.Üretim araçlarını elinde bulunduran sınıflar, emeği ile geçinen sınıfları, tarihi şartların sonucu olarak güçlenmiş beyaz ırk, siyah ve sarı ırkları, yapısında çeşitli etnik ve grupların bulunduğu toplumlarda bir etnik grup diğerlerini, erkek, –fizik ve moral bakımdan kendisinden zayıf olan- kadın ve çocukları istismar ederler. 

            İstismar düzenine karşı mücadelenin biçimi ve niteliği, tarihi akış içinde istismar edenle edilenin arasındaki ilişkiye , o toplumun şartlarına göre değişik olmuştur. Fakat bütün bu mücadeleler sonucunda istismarsız bir düzen kurulamamış, istismar ilişkileri, biçimleri ve tarafları değişmiştir.Mücadelede başarıya erişen sınıf, grup, millet eskisinin yerine yeni bir istismar düzeni kurup kendisi istismara başlamıştır.  

            Çağımızda durum değişiktir. Sosyalizm istismarsız bir düzen kurma çabasındadır. Kendisinden önceki mücadelelerde sosyal güçlerin sadece “kendilerinin istismarına karşı olma”  düşüncesi yerine “her türlü istismara karşı olmak”  fikir ve inancını getirmiştir. Diğer meseleler gibi sosyalizmin millet anlayışı da bu açıdan değerlendirmelidir.

            Millet ve milliyetçilik, tarihi bir oluştur. Sosyalizm gerçekçi ve bilimsel olduğu için bu oluşu yok sayamaz.Toplumların tarihi gelişmesinde bir dönem olarak buna karşı da çıkmaz. Üstelik bu oluşumu hızlandırır.Çağımızın en büyük özelliklerinden biri olan milli kurtuluş hareketleri, bu anlayışla sosyalistlerce desteklenmiştir.

            Sosyalizmin karşı olduğu millet ve milliyetçilik meseleleri değil, başka ırkları , etnik grupları milletleri aşağı gören , ezen ve yok eden ırkçı,şoven bir milliyetçiliktir. 

            Sosyalizmin  “her türlü istismara karşı”  olan temel felsefesi bakımından başka bir görüşü savunması, hatta buna aykırı fikirlere karşı ilgisiz kalması, mücadele etmemesi imkansızdır. 

            Sosyalizmde din, dil, ırk, etnik özellikler devletin kurucu unsurları değildir.Bu ayrımlar toplum hayatına bir renklilik verdiği , kültürüne zenginlik sağladığı için yok edilmesi değil, aksine yaşatılması gereken unsurlardır. Çeşitli ırklar, etnik gruplar, birbirlerinin diline, dinine, kültürüne, etnik özelliklerine saygı göstererek, biribirlerini yemeden, yok etmeden, yan yana, beraberce, kardeşçe  yaşayabilirler. 

            Bir ırkın, etnik grubun ve sahip olduğu kültür değerlerinin eritilmesi, sosyalizmin temel felsefesine aykırıdır. Eritilmeyi bırakın, bu kültür değerlerinin ve etnik özelliklerin yaşaması ve gelişmesi için gerekli fırsat ve imkanların sağlanmaması, kendi haline bırakılması bile sosyalist düşünce ile bağdaşmayan bir durumdur.

            Sosyalist bir düzende hiç kimse rengi, dini, dili, ırkı, kültürü… ayrı olduğu için istismar edilmeyecek, üstelik kişiliğine bağlı bu özellikleri geliştirmesi için kendisine fırsat ve imkan verilecektir. Sosyalizmin savunduğu ve gerçekleştirmeye çalıştığı fikir budur.

 

Türkiye’de sömürülme biçimi :

 

Türkiye’deki en belirli farklılaşma sınıflar ve bölgeler arası farklılaşmadır. Bu farklılaşmanın sonucundan doğan  -yine önde gelen-  iki türlü istismar biçimi vardır.Diğer istismar biçimleri, -kadının ve çocuğun istismarı gibi- bunlara bağlıdır.

            Sınıflar arası istismar, Türkiye’de en çok işlenen konulardan biridir. İç ve dış ilişkileri, Türkiye’deki özellikleri, gün geçtikçe açıklığa kavuşmaktadır. Ayrı mezheplere mensup olmaktan doğan baskı durumu yeni ele alınan bir konudur. Bölgeler arası farklılaşma ise sadece ekonomik yönden ve yanlış anlaşılan bir eğitim problemi olarak ele alınmıştır. Bir “İstanbul  dukalığı”ndan söz edilmiştir.Bu doğrudur.Fakat daha ötesine gidilmemiştir. Nüfus başına yıllık gelirleri  255 lira olan Hakkari, 500 lira olan Ağrı ile 2000 lira olan Aydın, 2350 lira olan Manisa illeri arasındaki bu farklılaşmanın ve dengesizliğin nedenleri üzerinde durulmamıştır. Türkiye turizmi geliştirmek için bütün imkanlarını kullanır ve kalkınma ümidini buna bağlarken,  Fırat’ın Ötesi’ni  “yasak bölge” ilan edip yabancıları sokmamasının hikmeti araştırılmamıştır. Devrimlere karşı niteliği aynı olan başkaldırmalarda, Batıdakilerin sadece önderleri cezalandırılıp halka dokunulmazken, Kürtlerin yaşadığı Doğu bölgesinde kadın ve çocuk ayrımı gözetilmeksizin bütün halkın kitle halinde imha edilmesi olayı üzerinde düşünülmemiştir. Batı’da ve Doğu’da, İngilizce, Fransızca, Almanca ve her dilden radyo ve plak dinlemeye müdahale hiç kimsenin aklından geçmeyen bir konu olduğu halde, Doğuda Kürtçe radyo dinleyen vatandaşların karakola çağrıldığı ve nezarethanelerde kaldığı, polisin, jandarmanın Kürtçe radyo dinlemeyi kanunsuz olarak yasakladığı bir gerçek iken, insan haklarına , anayasa ve kanunlara aykırı bu tutum eleştirilmemiştir.  Herkesin resmi işlemler dışında istediği dili kullanmak hakkına hukuken sahip olduğu bir ülkede, Kürtçe’nin bir zamanlar yasaklanışının ve şimdi de baskı altına alınışının nedenleri tartışılmamıştır. 

            Sayısız olay ve gerçeklerden verdiğimiz bu birkaç örnek,meselenin bir başka yanı bulunduğunu, bunun da etnik özelliklerden doğduğunu gösteriyor. 

            Etnik meseleyi görmezlikten gelemeyiz. İktidarlar bu güne kadar Türkiye’de Türk’ten başka etnik grupların bulunmadığını resmi görüş olarak ortaya atmıştır. Fakat uygulama bunun tersi olmuştur. Kürtçeyi yasaklamak, Kürtleri askeri okullara almamak, Doğu’nun kalkınmasını savunanları “kürtçülük” isnadıyla yakalamak gibi davranışlarla kendilerini tekzip etmişlerdir. 

            Bir zamanlar “imtiyazsız, sınıfsız bir kitle” olduğumuz söylenirdi. Bununla sınıf ve etnik farklılıklar gizlenmeye çalışılırdı.Sınıf gerçeği bütün baskılara rağmen çabuk su yüzüne çıktı ve mesele serbestçe tartışıldı. Fakat bölgesel farklılıklar ve etnik meseleler herkesçe az çok, doğru yanlış bilinmesine rağmen bir tabu olarak kaldı, tartışılmasından kaçınıldı.

            Bugün resmi istatistiklerde Türkiye’de milyonlarca Kürt’ün bulunduğu açıklanırken , resmi çevreler “Kürtçülük akımına” dikkati çekerken ve Kürt problemi bütün dünya basınında tartışılırken, Doğu ve Kürt meselesini tartışmaktan çekinmek, meseleyi bütün yönleriyle açıkça ortaya koymamak 

ileride tehlikeli gelişmeleri doğurur. 

            Türkiye’nin millet yapısıyla ilgili sorunları iyi anlamaları, diğer sorunların çözümünü kolaylaştıracağından bu tartışmaya katılma ve tartışmayı yürütme sosyalistler için ise kaçınılmaz bir görevdir.

 

 

Türk sosyalistleri ve “Ortanın Solu” :

            Türkiye’de sosyalist olarak görünenlerin ve sosyalizmin sözcüsü olarak tanınanların çoğu, gerçekten sosyalist değildir. Bunlar Milli Emniyet fişleri, polis baskısı, mütecaviz faşist sağ kanadın zoru ile “sosyalistim” diyen, aslında hümanist bir burjuva aydını olmaktan öte bir nitelikleri olmayan kimselerdir. 

            Sosyalizmin temel felsefesini kavramadan, sosyalist hareketin içine zorla itilen bu sözde sosyalistler, sosyalizmin sözcüsü ve sosyalist hareketin temsilcisi olarak görülmüş ve tanıtılmışlardır.

            Sosyalizm, hayatı bütünüyle kavrayan bir dünya görüşüdür.  “Belli istismar biçimlerine karşı çıkmak” sosyalist olmak için yeterli değildir. Sosyalist, “istismarsız bir düzen”  kurmak için  “her türlü istismar”a karşı çıkmak zorundadır. Türkiye’de ise sadece “sosyal adalet” istemek veya iktidarın baskısına karşı koymak, sosyalist olmak için yeter sayılmıştır.  

            Asıl karışıklık doğuran ve Türk sosyalistlerinin millet konusundaki görüşlerinin sosyalist anlayıştan uzak olduğu suçlamasına götüren neden  “ortanın solu”nda olanların sosyalist olarak tanınmasıdır. Üzerinde durmak istediğimiz, bu gibi sözde sosyalistlerdir. 

            Faşist millet görüşünün sürekli ve etkili propaganda havası içinde yetişen, sosyalistler dışındaki Türk solcularının millet anlayışları biçim değişikliği dışında şoven, ırkçı  kimlikten ayrılmamış, ırkçı turancılarla, yüzeydeki çatışmaya rağmen, esasta aynı kalmıştır. 

            Bu görüşümüzü doğrulayacak sayısız örnek verebiliriz. Fakat doğurduğu tepkinin büyük önemi ve sonucu bakımından yazımızda sadece Sayın İlhan Selçuk’un bu konuda yazdıklarına değineceğiz. 

            Tepkinin büyük önemi ve sonucundan ilk sırada söz edişimiz boşuna değildir. Sayın İlhan Selçuk sosyalist olarak tanınan bir yazardır. İşlediği hatalar sosyalizme mal edilmekte ve sosyalist hareketi etkilemektedir. Millet görüşünün, sosyalist anlayış dışında, ırkçı-turancılarla aynı paralelde görünmesi ve bu kimlikle ortaya atılması, Türkiye’deki sosyalist hareketin en büyük güçlerinden biri olan Kürt Halkı’nı sayın yazarın şahsında sosyalist harekete karşı çıkmaya iten bir akımı doğurmuştur. Kendisinin sosyalist olmadığını halka anlatmak güçleşmiştir. 

            25-26 Nisan 1966 tarihli Cumhuriyet gazetelerinde yayımlanan Kürt meselesini ele alan yazılarının birkaç noktasına dokunmakla konuyu biraz aydınlatacağımı umarım.

            Sayın İlhan Selçuk Kürt meselesini iç ve dış olmak üzere ayırdı. Kürtçülük akımına dikkat çekti. 

            İç mesele olarak Kürtçülük akımı  “ağaların ve şeyhlerin liderliğindeki gerici bir bir hareket”  olarak tanımlandı. Ağalık ve şeyhlik düzenini kaldırmakla meselenin çözümleneceği fikri ileri sürüldü. 

            Bizde, sosyalist geçinenler, Kürt meselesi denince hemen ağalarla şeyhlere sarılıyorlar. Bunları kaldırırsanız mesele hallolur, diyorlar. Ne kolay çare. Faşist bir eğitim sisteminin etkisinden kurtulamadıkları için, meselenin millet anlayışı ile ilgili yönü üzerinde durmak istemiyorlar. Hatta çoğu bu konuda ırkçı- turancılarla aynı paralelde hareket ediyor. 

            Türkiye’de sınıf meselesi ile millet meselesi iç içedir. Fakat özellikleri değişiktir. Millet sorununu kavramamış sınıfların sosyal mücadelede başarıya ulaşmaları güçtür. Millet sorunu da sınıf meselesi ile olan ilgisi göz önüne alınmadan çözümlenemez. 

            Doğudaki ağalık ve şeyhlik kurumlarının kaldırılmasını savunmakla mesele hal olmaz.  Hele  “Atatürk çağında kurulan devlet otoritesini”  özleme varan bir ifade ile anmak ise bir sosyalistin değil, hümanist bir burjuva aydının bile karşı çıkacağı bir davranıştır.

            Meseleler, peşin yargılara kapılmadan soğukkanlılık ve cesaretle ele alınmalıdır. Türkiye’nin doğusunda yaşayan, kendisine has dili,kültürü, örfü, adeti olan bir Kürt Halkı vardır. Bu halk, cehaletin ve sefaletin kucağına terkedilmiştir. Baskı ve ayrı muamele, sosyal kanunların gereği olarak ayrımcı akımları geliştirecektir.  Bir aydının düşüneceği, faşist veya daha tatlı metotlarla bu halkı eritmek değil, fakat Türk halkıyla kardeşçe, yan yana, nasıl beraber yaşayabileceğini araştırmak, halkların sevgiyle kucaklaşmasını sağlamak olmalıdır. 

            Siz sırf Kürt olduğu için baskı gören bir insana,  “senin meselen sadece bir ağa ve şeyh meselesidir” derseniz, sizi sosyalist kılıkta bir faşist ajan olarak görür. Meselenin etnik yönünü görmezlikten gelen bir kimsenin, bütün iyi niyetine rağmen başka türlü görünmesi mümkün değildir. 

            Türkiye’de toprak ağalarına, ticaret ve sanayi burjuvazisine  “ egemen sınıflar”  diyoruz. Türkiye’de iktidarın bu egemen sınıflarda olduğunu, dolayısıyla hiçbir baskıya maruz bulunmadıklarını söylüyoruz.Mesele sadece sınıf açısından ele alınırsa, Doğudaki ağa ve şeyhlerin hiçbir baskıya maruz kalmamaları gerekir. 

            Görüyoruz ki mesele hiç de öyle değil.Kaç yılda bir bakarsınız  Kürt olan ağa ve şeyhler sürülmüş. Peki, egemen sınıf nasıl olur da kendini sürgüne gönderir ve kendisine baskı yapar. Demek ki işin ortaya koymadığımız veya koymak istemediğimiz bir başka yönü vardır. 

            Etnik özelliklerini kaybetmeyen ağa ve şeyhlerin durumu Batıdaki sınıf arkadaşlarının durumuna benzemez. O halkı sömürür ama kendisi de Batıdaki sınıf arkadaşları tarafından iktidar aracılığı ile sömürülür. Baskı ve sürgün endişesi ile geleceği güven altında değildir. Fakat çıkarı icabı iktidarla devamlı bir anlaşma ve işbirliği içindedir. Sürülen 55 ağa sürgün zamanı iktidara karşı oldukları halde, memleketlerine dönünce 50’den fazlası iktidarı destekledi ve onunla işbirliği yaptı.

            Mesele ortaya atılırken etnik özellikler göz önüne alınmazsa hatalı sonuçlara varılır. Sayın İlhan Selçuk’un yanılması bundan ileri geliyor. Kürt Halkının özelliklerini,, arzularını, Türk Halkıyla karşılıklı durumunu ve genel olarak sosyalist açıdan millet meselesini bilseydi daha az yanılırdı. Hiç olmazsa meselenin çözümünü, temel felsefesi bakımından çatıştığı, “gerici” dediği bir iktidara bırakmazdı; yazıyı bir jurnal havası içinde bitirmezdi. 

            Sayın yazar bir Kürtçülük tehlikesine karşı politikacıları, “Seçim Kanunu ve oy goygoyculuğunu” bırakıp birleşmeye çağırdı. Dikkatini çektiği ve meselenin çözümünü kendilerine bıraktığı güçler en azından (eritme) politikasından yanadırlar. Sayın İlhan Selçuk’un da aynı görüşü savunduğunu söylemek insafsızlık sayılmamalıdır.

            Bu görüşü savunan bir kimseye, bütün iyi niyetine rağmen sosyalist demek mümkün değildir. Çünkü sosyalist “belli istismar biçimleri”ne değil, “her türlü istismara” karşı çıkar.

            Sayın yazarın Kürt meselesinin dış yönünü ortaya koyarken düştüğü hata daha da büyüktür. 

            Bugün Irak’ta bir Kürt hareketi vardır. Kürt gerillaları ile Arap ordusu arasındaki savaş yıllardan beri devam etmektedir.Savaşın amacı istiklal değil, otonomidir. Ve hareket, Arap faşizminin baskısına ve zulmüne karşı halktan gelen meşru bir direniştir. 

            Kürt liderleri, hareketin sadece Irak sınırları içindeki Kürtlerle ilgili olduğunu, bu sınırları asla taşmayacağını, bunun dışındaki Kürtlerle ilgileri bulunmadığını söylemişlerdir. Hatta bu konuda Türk Hükümeti’ne teminat vermişlerdir.

            Buna rağmen sürekli bir kuşku içinde bulunan basın, hareketin anlamını ters olarak Türkiye kamuoyuna duyurmuştur. Bunun nedeni, Türkiye’de Kürtlerin bulunmasıdır.

            Türkiye’deki Kürtler, Irak’taki Kürtlerin Arap faşizmine karşı olan mücadelesinde onlara büyük ölçüde zararlı olmuşlardır. Kendilerinden korkulduğu için Türk Devleti, basını ve kamuoyu bu hareketin karşısında cephe almışlardır. 

            Şayet Türkiye’de Kürt bulunmasaydı, bu mücadele Türkiye’de alkışlanacaktı. Savunmasız kadın ve çocuklara karşı napalm bombaları, zehirli gazlar kullandığı için belki de  -insani bir davranış olarak-  Irak Hükümeti protesto edilecekti. 

            Irak’taki Kürtlerin çabası, Arap Halkıyla beraber, kardeşçe, birbirlerinin varlığına saygı göstermek suretiyle, yan yana bir arada yaşamaktır. İnsan olarak bizim dileğimiz,  faşist Arap politikacılarının birbirine boğazlattırdığı kardeş halkların bir an önce barışa kavuşmaları, mutlu bir geleceği beraberce hazırlamalarıdır.

            Türk Hükümeti, basını, peşin bir hükümle harekete karşı cephe almışlardır. Bir yandan hareketin anlamını kamuoyuna yanlış duyururken, bir yandan da gerçeği söyleyenlere şüphe ile bakılmıştır. Bütün olaylarda başvurulan klasik suçlama metodu burada da kullanılmıştır. 

            Sağcılar, hareketin bir “komünist tahriki”  ve Irak’taki Kürt liderlerin komünist olduğu propagandasını yayıyorlar. Buna karşı solcular ise hareketin “Amerikan oyunu”  olduğunu iddia ediyorlar. Böylelikle Türkiye’de sağ ile sol, temel felsefelerindeki çatışmaya rağmen bu meselede birleşiyorlar.

            Bu birleşmenin ve karşı çıkmanın nedeni, meselenin bir  “komünist tahriki”  veya  “Amerikan oyunu” oluşunda değildir. Arap faşizmine karşı Irak’taki Kürt halkının bir savaşı olarak, “komünist tahriki” veya “Amerikan oyunu”  olmadığını, bunun dışında bir anlamı bulunduğunu kendileri de biliyorlar. Fakat Türkiye’deki Kürt korkusu onları meseleyi tetkik etmeden suçlamaya götürüyor.

            Konumuz sosyalistler olduğu için, kendilerine Irak sosyalistlerinin düştüğü hatayı hatırlatmak isterim.

            Irak’taki Kürt liderler, Arap sosyalistlerine işbirliği teklif ettiler. Fakat bütün Ortadoğu’daki sözde sosyalistler gibi ırkçı millet görüşünün etkilerinden kendilerini kurtaramamış Arap sosyalistleri buna yanaşmadılar.

            Şayet işbirliği sağlansaydı, kardeş halkları birbirine boğazlattıran korkunç savaşa lüzum kalmayacaktı. Fakat işbirliği sağlanamayınca Kürt bölgesinde baskı rejimine karşı savaş açıldı.

            İktidarı tamamen ele geçiren Arap faşistleri “komünist avı” adı altında 10.000 sosyalisti öldürdüler. Geri kalanlar Kürt bölgesine sığınmakla kurtuldu. Böylelikle Irak’taki Arap sosyalistleri bütün gücünü kaybetti. 

            Hatalı davranış bir tarafı uzun ve çetin  bir savaşa, diğer tarafı ise yok olmaya götürdü. 

            Sayın İlhan Selçuk Irak’taki Kürt hareketini ağaların ve şeyhlerin emrindeki bir Amerikan oyunu olarak tanımlamakla, bu konuda en ufak bir bilgiye sahip olmadığını gösteriyor.Türkiye’de Kürt olduğu için Irak’taki Kürt hareketine karşı çıkmak veya Irak’ta Kürt hareketi gelişiyor diye Doğudaki Kürt meselesinin çözümünü, her bakımdan karşı olduğu (eritme) politikasından yana olan bir güce bırakmak, jurnal havası içinde hiçbir inceleme yapmadan yazılar yazmak, sosyalist olduğunu iddia eden bir yazar için acı ve sosyalist hareket için ise talihsizliktir. 

            Sayın İlhan Selçuk hatalı bir açıdan ele alışına rağmen tabu sayılan bu konuya değinmiş olmakla yine de bir bakıma faydalı bir iş gördü. Asıl kendilerine çatılması ve suçlanması gerekenler, sosyalistlik iddiasında oldukları halde belli meseleler karşısında, sanki insan toplumlarını ilgilendirmiyormuş gibi sessiz ve ilgisiz kalanlardır.

            Doğu konusundaki fikirleri sosyalist görüşe aykırı olduğu ve bunun açıklanmasından korkulduğu için mi susmayı tercih ediyorlar. Şunu iyi bilmelidirler ki  “susmak dürüst bir hareket değildir.” 

 

 

S o n u ç : 

 

            Sosyalizm  “belli istismar biçimleri”ne değil,  “her türlü istismar”a karşıdır. Bir etnik grubun diğerlerini eritmesi, yoketmesi, baskı altına alması, sosyalizmin millet anlayışına aykırıdır. Sosyalizm, etnik grupların ve halkların dilini, kültürünü, etnik özelliklerini geliştirmek için onlara fırsat ve imkan verilmesini ister. 

            Türkiye’deki solcuların çoğunun millet anlayışları ırkçı-turancıların görüşüne uygundur.Bunların millet konusunda faşistçe düşünmeleri, sosyalizmin hatası değil, kendilerinin sosyalizmin temel felsefesini kavramamalarından ve sosyalist olmamalarındandır. Bu bakımdan onların şahsında sosyalizmi vurmak, kardeş halkları karşı karşıya getirip asıl hedef olan Türk faşizmini gözden ırak tutacağı için hatalı ve tehlikelidir. Acemi doktorun yanlış teşhis ve tedavi ile hastayı öldürmesi tıp ilmine itimatsızlığı gerektirmez. Kabahat tıp ilminin değil, tıp ilmini kavramamış bilgisiz doktorundur. 

            Sosyalistlik iddiasında bulunanlar, sosyalizmin temel felsefesini kavramaya çalışmak zorundadırlar.Doğu meselesinin yalnız ekonomik ve sınıfsal yönü üzerinde değil, etnik yönü üzerinde de durmalıdırlar. 

            Türkiye’deki sosyalist hareketin yalnız işçi sınıfının gücü ile değil  -onun kadar,belki ondan da önemli-  baskı altındaki dini mezhep mensupları ve Kürt Halkı’nın desteği ile başarıya ulaşacağı bilinmelidir.

            Ağalık ve şeyhlik kurumlarına sadece Kürt sosyalistleri değil, Kürt burjuva aydınları da karşıdırlar. Fakat meselenin kolay olan  “ağalık ve şeyhlik”  reçetesi ile çözümlenemeyeceğini, etnik özellikleri ve diğer bütün yönleriyle ele alınması gerektiğini düşünmektedirler. 

            Amacımız, Kürt ve Türk halklarının samimi işbirliğini sağlamak suretiyle onları insanca yaşama imkanlarına kavuşturmaktır. 

            Doğu halkının Anayasa çerçevesi içinde giriştiği mücadele faşist güçlere karşıdır. Türk Halkıyla el ele Türk faşizmine karşı Anayasa düzenini savunmak ve Anayasanın kendisine tanıdığı haklara sahip çıkmak içindir. Bu mücadele, solcular tarafından doğru tanımlanmaz, karşı konulur, hatta ilgisiz kalınıp desteklenmezse yönünün saptırılma ihtimali kuvvetlenir, istenmeyen gelişmelere yol açar. Böyle bir durumda en büyük sorumluluk payı Türk solcularının olacaktır.

            Dileğimiz, hiçbir ayırım gözetmeksizin milli sınırlarımız içinde  bulunan bütün Türkiye Halkının mutluluğa ve insanca yaşama imkanlarına kavuşmasıdır; çabamız bunun gerçekleşmesi içindir.

                                                                                                                           Mehmet Ali Aslan

                                                                                     ( YENİ AKIŞ    Ekim 1966  Sayı 3 )