Türkiye; sınıflar ve bölgeler arası gelir farklarının uçuruma dönüştüğü, uygulanan asimilasyon politikaları nedeniyle ilan edilmemiş bir iç savaşın yaşandığı, işkencenin, faili meçhul cinayetlerin yaygınlaştığı ve can güvenliğinin bulunmadığı, demokrasiye karşı olan baskıcı ve merkeziyetçi yönetimlerin işbaşında olduğu, ileri sanayileşmiş ülkelere sürekli kaynak aktaran, milli geliri düşük, geri kalmış bir Üçüncü Dünya ülkesidir.
Türkiye, bu çağdışı geri düzenden nasıl kurtulabilir? Barışa, demokrasiye, insan haklarına, halkların eşitliği, özgürlüğü, kardeşliği ve mutluluğu ilkelerine dayalı, adil, demokratik bir refah toplumu nasıl kurulabilir?
Mevcut düzenin kuralları ve kurumları, toplumun çağdaşlaşmasının önündeki en büyük engeldir. Bir sistem oluşturan bu kurallar ve kurumlar bütününün, kendi içinde kendini yenilemesi, kendini aşması ve çağdaşlaşması mümkün değildir.
Bu nedenle değişimi, düzen ile bütünleşen sosyal güçlerin, düzenin biçimlendirdiği kurumların, düzeni ifade eden düşünce sisteminin dışında aramak gerekir.
Emekçi halk kitlelerine ve düzenin değerler sistemini kabul etmeyen, ona karşı çıkan etnik gruplara ve aydınlara, baskıdan, yoksulluktan, acı ve gözyaşından başka bir şey getirmeyen bu düzenden kurtulmak, ancak “temel yapısal değişim” ile, çağdaş değerlere dayalı bir düzen oluşturmakla mümkündür.
“Temel yapısal değişim” programları önerildiğinde, insanlar genellikle bu program ve önerileri, mevcut düzenin kuralları içinde ve onun kurumlarına göre değerlendiriyorlar. Çözümü yine mevcut kurumlardan bekliyorlar. Bu, toplumun ve eğitim sisteminin yarattığı şartlanmalardan kaynaklanıyor.
Toplumun, egemen sınıf ve katmanların değerler sistemini ve ideolojisini benimsemiş olması, kendi değerlerine yabancılaşması, düzene muhalefet eden güçlerin ve örgütlerin ise eski düşünce kalıplarına bağlılıkları ve dünyadaki hızlı değişime uyum sağlayamamaları, değişimi güçleştiriyor.
Bu nedenle, temel yapısal değişimin gerçekleşmesi için öncelikle insan düşüncesinin, mevcut düzenin kalıplarından, alışkanlıklarından, şartlanmalarından kurtulması ve bağımsızlaşması gerekir.
Düzene muhalefet eden güçler ve örgütler, öncelikle, dünyayı egemenliği altına alan ve düzenin de temellerini oluşturan yeni sağ ideolojiye ve düzenin yerleşik değer yargılarına karşı, düşünce alanında yaygın ve etkili bir mücadele vermelidirler.
Egemen güçlerin değerler sisteminde ve bugünkü baskıcı, sömürücü kurumların yapılanmalarının temelinde, şoven milliyetçi ideolojinin önemli yeri vardır. Bu ideolojinin etkileri önemli ölçüde yok edilmedikçe, toplumsal ve kişisel yaşamın her alanından önemli ölçüde silinmedikçe, mevcut düzeni halk yararına değiştirmek mümkün değildir.
Bu mücadele verilirken, bugün başarısızlığı kanıtlanmış dogmalardan ve düşünce kalıplarından uzak durmak; demokrasi, barış, insan hakları, halkların eşitliği ve kardeşliği gibi çağdaş değerlere, evrensel değerlere dayanmak gerekir.
Temel yapısal değişimi sağlayacak olan halklardır. Onların, emeği ile geçinen sınıf ve tabakalarıdır. Bilgi ve becerilerini mevcut düzenin hizmetine sunmayan ve onun değerlerini benimsemeyen çağdaş aydınlardır.
Örgütsüz halk, başkalarının çıkarları için rahatça yönlendirilebilen bir yığındır. Halkın örgütlenmesi gerekir. Fakat halkın örgütlenmesi kolay olmuyor. İki yönden gelen engel ve baskılarla karşılaşıyor.
1- Düzen, iktidar ve muhalefetiyle bir bütündür. Bir düzenin sürekliliğini sağlamak sadece iktidar gücüyle mümkün değildir. Faşizm dışında bütün düzenlerin, kendi sınırları içinde faaliyet gösteren muhalefete ihtiyaçları vardır.
Düzenin çerçevesini aşan, onun değerler sistemine ve temel dayanakları olan kurumlara yönelik muhalefet hareketleri ise düzeni tehdit ettikleri için, bunlara karşı “etkisizleştirme” önlemleri alınır.
Etkisizleştirmenin bilinen klasik yöntemi ise; düzenin temel değerlerine ve temel dayanaklarına yönelen muhalefet hareketlerinin yerini, sert ve çarpıcı sözlerin, sol ve sosyalist terminolojilerin ardına gizlenmiş biçimsel muhalefet hareketlerinin almasına yardımcı olmaktır.
Bu şekilde, halkın düzene karşı gelişen tepkilerinin hedefi saptırılmış ve düzenin temel değerleriyle, temel dayanakları olan kurumlar korunmuş olur.
Bu, “muhalefet alanlarını kapatma” ve “hedefleri saptırma” hareketleri, sadece legal alanlar ve örgütler için uygulanmaz, illegal alanlar da aynı müdahaleye hedef olurlar.
Düzen ne kadar baskıcı ve sömürücü ise illegaliteye ve şiddete dayalı muhalefet alanları ve örgütlenme ihtiyaçları da o oranda artar. Düzen için bu alanları kapatmak ve hedef saptırmak da o ölçüde yaşamsal önem kazanır.
İllegal veya silahlı örgütler denetlenebildiği ölçüde, düzen için önemli sorun yaratmazlar, hatta bir bakıma düzeni sürdürmenin gerekçesi olurlar. Bugün iktidarın PKK karşısındaki telaşı; bu örgütün silahlı olmasından, silahlı eylemlerde bulunmasından değil, devletin denetleme gücünü aşmış olmasından ileri geliyor.
Egemen güçlerin bu muhalefet alanlarını kapatma ve hedef saptırma istekleri her zaman başarılı olmaz. Karşısındaki gerçek muhalefet güçleri, yeterli bilgi ve deney birikimlerine sahiplerse, onlara bu fırsatı vermezler. İnisiyatif kendilerinde olur. Düzeni temelden sarsacak ve halk yararına değişimi sağlayacak emin adımları atarlar.
2- Düzenin genel olarak muhalefet hareketlerini etkisizleştirme çabaları yanında bir de illegal örgütlerin, halk muhalefetinin legal alanda örgütlenmesini güçleştiren müdahaleleri var.
Devletin resmi görüşü dışında kalan bütün düşüncelerin ve inançların yasaklandığı veya baskı altına alındığı bir ülkede, bu düşünce ve inançların yeraltına kayması, illegal olarak örgütlenmesi doğaldır. Bu nedenle, düzenin temel yapısal değişimini isteyen örgütler genellikle illegal konumdadırlar.
İllegalitenin halk kitleleriyle bağlantı kurması çok güçtür. Ayrıca bu tür örgütlenmelerin parlamento, yerel yönetimler gibi kurumlardan doğrudan doğruya yaralanma ve seçim gibi mekanizmalarla halkoyunu etkileme imkânları yoktur.
Türkiye gibi demokratikleşme sürecinin sık sık kesintiye uğradığı ve demokratikleşmenin hukuksal ve toplumsal güvencelerinin oluşmadığı ülkelerde, legal ve illegal yöntemler ve örgütler birlikte bulunurlar.
Demokratikleşmenin gelişme dönemlerinde legal örgütler, demokratikleşmenin kesintiye uğradığı dönemlerde illegal yöntemler ve örgütler ön plana geçer ve etkili olurlar.
Kuşkusuz amaç, demokrasinin bütün kural ve kurumlarıyla kurulması, demokratik güvencelerin oluşması ve tam özgür bir ortamda illegal çalışmaya ve örgütlenmeye ihtiyaç kalmamasıdır.
Fakat bu oluşuncaya kadar, her iki yöntem ve örgüt tipi bir gerçeklik olarak birlikte bulunacaklardır. Esasen bu ikili yapıyı yaratan, düzenin getirdiği yasak ve kısıtlamalardır. Bu nedenle bunlar birbirlerinin rakibi, karşıtı veya alternatifi değildirler.
Düzene karşı muhalefet eden güçlerin yönetim kadroları yeterli bilgi ve politik beceriye sahiplerse, legal ve illegal örgütlerin karşıtlığına izin vermezler, aynı amaca yönelmelerine yardımcı olurlar.
Her iki tip örgütün de amacı gerçek bir demokrasiyi yerleştirmek ve geliştirmek olursa, bu ikili yapı kısa zamanda yerini tamamen legaliteye bırakır.
Bugün düzene karşı olan güçler, illegal muhalefet alanlarını tamamen doldurmuşlardır. Legal sosyalist alanda da İşçi Partisi ile SBP var. Fakat sosyalistlerin büyük kesimi partilerin dışında bulunuyor.
Bütün sosyalistlerin bir örgütte birleşmeleri her zamankinden daha büyük bir ihtiyaçtır. Emekçi halk kitleleri, yeni sağ ideolojinin ve mevcut düzenin değerler sisteminin egemenliğinden kurtulmadıkça, evrensel ve sınıfsal değerlerine sahip çıkmadıkça düzeni değiştirmek mümkün değildir. Bu konuda en fazla katkıda bulunabilecek olanlar ise sosyalistler ve sosyalist partilerdir.
Sosyalizm işçi sınıfı ideolojisidir. Ama dar anlamda işçi sınıfının sınıfsal çıkarlarını değil, bütün insanlığın yaralarını savunan, insanlığın kurtuluşunu amaçlayan bir sistem, bir dünya görüşüdür.
Sosyalizm, teknolojinin ve verimliliğin çok ileri boyutlarda geliştiği ve insanlığın moral değerler bakımından çok ileri düzeyde bulunduğu bir tarih döneminde gerçekleşecektir. Bu tarih dönemi, insanlığın bugünkü düzeyine bakılırsa, yakın değildir. Bugün sosyalistlerin yakın hedefi sosyalist düzen değil, demokratik düzendir.
Bu nedenle, demokratlarla sosyalistler, ister ayrı örgütlerde ister aynı örgütte bulunsunlar, yakın bir dönem için aynı ortak hedefe sahiptirler.
Fakat çok büyük bir potansiyeli olmasına rağmen legal demokratik muhalefet alanında ciddi ve etkili bir demokratik parti yoktur. Oysa bugün en önemli ihtiyaç, legal alanda demokratik halk muhalefetinin örgütlenmesidir.
Bu alan, düzen partileri tarafından kapatılmış görünüyor. Çok sert suçlamalarına ve kullandıkları demokratik ve sol terminolojiye rağmen, düzenin değerler sistemine, temel yapı ve kurumlarına ciddi bir eleştiri getirmiyorlar. Değişimi sağlayacak elverişli yöntemleri ve araçları kullanmıyorlar.
İllegal örgütlerin hepsi, toplumun bütün kesimlerini, bütün faaliyet alanlarını tekellerine almak ve denetlemek istiyorlar. Çoğulcu bir toplumda bu mümkün değildir. Ama bu istek ve çaba hem örgütler arası çatışmalara neden oluyor, hem de legal alanda demokratik örgütlenmeyi engelliyor.
Legal bir örgüt, illegal bir örgütle ilişki kurdu mu, artık legaliteden ve legalitenin sağlayacağı etkinlikten ve yararlardan söz etmek güçleşiyor. Örgüt etkili ve elverişli demokratik muhalefet alanı olmaktan çıkıyor.
Legal potansiyelin bu şekilde harcanmasının sonucunda, legal demokratik muhalefet alanı, mevcut düzenin kurumlarına kalıyor.
İllegal örgütlerin, legal alan için yarattıkları sorunların yanında, bir de kendi yapılarından kaynaklanan sorunları vardır.
Bazı istisnalar dışında, illegal örgütlerin merkez karar ve icra organları, güvenlik gerekçeleriyle yurtdışındadır. Bu durum önemli sorunlara yol açıyor.
1- Doğru karar, ancak yeterli ve doğru bilgiye dayanılarak verilebilir.
Merkez karar ve icra organlarının üyeleri, bilgiyi ikinci elden alıyorlar. Bilgiyi ve haberi getirenler kendi yorumlarını da katıyorlar. Çoğu kez bilgi ve haber değişime uğrayarak aktarılıyor.
İnsanlar uzun süre kendi toplumunun dışında kalınca meydana gelen değişiklikleri kavramakta güçlük çekerler. Giderek topluma ve gelişen özelliklerine yabancılaşırlar.
Bu nedenle, yurtdışında bulunan merkez yöneticilerinin, ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar, doğru ve sağlıklı karar vermeleri güçtür.
2- Yurtdışındaki merkez yöneticileri, Türkiye’deki örgüt üyelerinin karşılaştıkları riskleri onlarla paylaşmıyorlar.
Türkiye’deki mücadele bir savaşa benzetilirse, yurtdışındaki manevradır. Manevrada önemli risk yoktur, ama katılanlar için savaşın riski büyüktür.
Risk paylaşılmadığı ve örgütlerin yapısı gereği demokratik mekanizmalar işlemediği için merkez organlarının karar ve talimatlarında titiz ve dikkatli olmaları, insan muhasebesini iyi yapmaları ihtimali azalır. Bu durum Türkiye’deki örgüt ve üyeleri için olduğu kadar halk muhalefeti için de tehlikeli sonuçlar yaratır.
3- Sağlıklı ve doğru karar vermelerini güçleştiren bir unsur da, bulundukları ülkelerin devlet politikalarıdır. Hiçbir ülke, kendi egemenlik alanındaki bir örgütün, kendi çıkarlarıyla bağdaşmayacak faaliyetlerine izin vermez. O ülkeyle ülkemizdeki halk muhalefetinin çıkarlarının çeliştiği noktada, örgüt ya o ülkede varlığını sürdürmek, ya da ilkelerinden sapmak seçenekleriyle karşılaşır.
4- Bir diğer sorun da, merkez yönetim kadrolarının ve liderliğin sürekliliğinden kaynaklanıyor.
Örgütün merkez kadrolarındaki kişiler, bulundukları görev ve makam ile özdeşleşiyorlar. Gelişime uydukları ve kendilerini yeniledikleri sürece önemli bir sorun doğmuyor. Fakat değişime uyum sağlayamadıkları ve olaylar kendilerini aştığı zaman büyük sorunlar çıkıyor.
Kişilerin yeteneğinden, ahlaki anlayışlarından bağımsız olarak ortaya çıkan bu sorunları, ancak illegal örgütlerin kendileri çözebilir. Dışarıdan müdahale olanağı yoktur.
Bunun için örgütlerin faaliyet alanlarını sınırlamaları ve işlevlerini yeniden belirlemeleri gerekir.
1- Öncelikle bu örgütler, toplumun her alanını ve her kesimini denetleme girişiminden sakınmalı ve çoğulcu toplum yapısına, çoğulcu düşünce ve örgütlenmeye saygılı olmalıdırlar.
2- Legal sosyalist ve demokratik muhalefet alanlarına ve bu alanlardaki örgütlenme girişimlerine müdahaleden kesinlikle kaçınmalı ve bunlara karşı mesafeli davranmalıdırlar.
3- Avrupa’daki örgütlerin, uzaktan kumandayla Türkiye’deki hareketleri yönetemeyeceklerini bilmeleri gerekir. Gerçekten yararlı olmak istiyorlarsa ya merkez karar ve icra organlarına Türkiye’ye taşırlar, ya da Türkiye’de gelişen hareketlerden kendilerine yakın bulduklarının yandaş kuruluşu olarak faaliyetlerini sürdürürler.
Temel yapısal değişimi amaçlayan bir muhalefet hareketi, hiçbir kişi ve örgütü dışlamak lüksüne sahip değildir. Fakat bütün bu kişi ve örgütlerin bazı “asgari müşterekler”de birleşmeleri gerekir. Bu asgari müşterekler yöntem veya politik çözüm önerileri değil, dayandıkları değerler sistemi olmalıdır.
Bugün barış, demokrasi ve insan haklarını, halkların eşitliği, özgürlüğü ve kardeşliğini, çağdaş evrensel değerleri savunmayan halktan yana bir hareketi düşünmek mümkün değildir.
Yine halktan yana çağdaş bir hareketin amacı insandır. İnsanın maddi ve manevi baskı ve sömürüden kurtulup kişiliğini geliştirebilme imkânına kavuşmasıdır. İnsanı araç olarak gören bir anlayışı, gerçek bir muhalefet hareketi olarak kabul etme imkânı yoktur.
Örgütler değişik yöntem ve araçlar kullansalar da, aynı değer sistemini kabul edip savunurlarsa, kendi istek ve kararlarıyla politikalarını uyumlaştırabilirler. Bu bir cephe teşkili veya bir üst kuruluş oluşturmakla değil, her örgütün tamamen bağımsız olarak uygun politikalar saptamasıyla olur.
Amaç, bugünkü asker-sivil bürokrasi ile tekelci sermayenin merkeziyetçi iktidarına ve oluşturdukları çağdışı düzene son vermek; halk iktidarını gerçekleştirerek, çağdaş evrensel değerlere dayalı demokratik bir refah toplumu kurmak olmalıdır.
Mehmet Ali Aslan
2000’e Doğru, 9 Ağustos 1992