B A Ş K A N L I K S İ S T E M İ
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Başkanlık sisteminin Türkiye’ye sıçrama yaptıracağını” söylemesi, tartışma yarattı. DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar gibi bir kısım politikacılar, Erdoğan’ı destekler iken, medyada buna karşı çıkanlar da oldu.
9-13 Ocak 2001 tarihinde Ankara’da düzenlenen “Uluslararası Anayasa Hukuku Kurultayı”na HADEP de davetliydi. Genel Merkez Yönetimi benden “Türkiye İçin Nasıl Bir Anayasa” konulu yazı istedi. 03.01.2001 tarihinde HADEP Genel Başkanlığına verdiğim yazı, Kurultay’a sunuldu ve yayımlanan kitapta yer aldı.
Sunuşu yapan HADEP temsilcisi, yazıdan Başkanlık sistemiyle ilgili bölümü çıkarmış ve bazı eklemeler yapmıştı. Oysa Başkanlık Sistemiyle ilgili görüşler önemliydi.
Başkanlık sistemi, Türkiye’de bir “Başkan Baba”, bir diktatör yaratır. Bu özlem içinde olanlara fırsat vermemek gerekiyor.
Başkanlık sisteminin tartışmaya açıldığı bu dönemde, bu yazıyı yayımlamanın yararlı olacağına inanıyorum.
29.04.2003
Mehmet Ali Aslan
TÜRKİYE İÇİN NASIL BİR ANAYASA
Türkiye,80 yıllık dönemin ilk 40 yılında TBMM’nin yaptığı anayasalarla,son 40 yılında ise askeri darbe anayasaları ile yönetildi ve yönetiliyor.
Bunların belirli özelliklerine kısaca değinelim.
1921 A n a y a s a s ı
Türkiye’nin ilk anayasası olan 1921 Anayasası,hak ve özgürlüklerin yer almadığı, sadece devletin temel yapısının belirlendiği bir anayasadır.
a) Anayasanın 2. maddesinde “Yürütme erki ve yasama yetkisi milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde bulunur ve toplanır ” der.
1921 Anayasasında, yasamanın üstünlüğü ilkesi ve meclis hükümeti (kuvvetlerbirliği) sistemi kabul edilmiştir.
b) Vilayet ve nahiyeleri, “tüzel kişiliği” olan “özerk” birimler olarak kabul eden 1921 Anayasası, iç ve dış siyaset, şer’i, adli, askeri işler ve uluslar arası iktisadi ilişkiler dışında kalan,vakıf,medrese,eğitim, sağlık,iktisat,tarım,bayındırlık ve sosyal yardım işlerine Vilayet Şuraları’nı yetkili kılmıştır.
Bu anayasada ademi merkeziyetçi sisteme yaklaşım vardır.
c) “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.Yönetim biçimi halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayalıdır ” diyen 1. maddesiyle zımnen kabul edilen “cumhuriyet”, 29 Ekim 1923 tarihli değişiklikle resmen kabul edilmiştir.
d) 1923 tarihli değişikliklerde 1) Türkiye Devleti’nin resmi dili Türkçe 2) Devlet dini de İslam olarak belirtilmiştir.
e) Devlet, “Türkiye Devleti”dir. “Türkiye” bir üst kimlik olarak kabul ediliyor.Büyük Millet Meclisi’ne, “Kürdistan” ve “Lazistan” mebusları,etnik kimlikleriyle katılmışlardır.
1924 A n a y a s a s ı
Devlet sınırlarını güvenceye alan iktidar,1924’lere gelindiğinde,ulus-devlet olma yolundaki engelleri ortadan kaldırmaya ve ulus-devlet ideolojisi olan milliyetçilik anlayışı doğrultusunda bir anayasa düzenlemeye girişmiştir.
a) TBMM’nde muhalefet tasfiye edilmiş ve 1927 Meclisinde hiç muhalefet
kalmamıştır. Meclis, CHP’nin tekeline bırakılmıştır. Tek partinin ve “Şef” sisteminin totaliter yönetimine uygun bir anayasa düzenlenmiştir.
İdeolojisi, Avrupa’daki totaliter rejimlerin etkisinde oluşan CHP’nin tüzük ve programı Anayasayı şekillendirmiştir. “Parti” ve “devlet” özdeşleşmiştir. CHP’nin 6 oku (cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık,devletçilik, laiklik ve inkılapçılık) anayasaya alınmıştır.
b) Türk kimliği dışında,hiçbir etnik kimlik tanınmamıştır.Anayasa “Türklerin Kamu Hakları”ndan söz etmektedir.
c) Ademi merkeziyetçi yaklaşımdan uzaklaşılmış,katı merkeziyetçi bürokratik sistem kabul edilmiştir.
d) 1928 değişikliği ile devlet dininin İslam olduğu kuralı ve “şer’i hükümlerin uygulanması” ibaresi anayasadan çıkarılmış, 1937 değişikliği ile “laiklik” ilkesine yer verilmiştir.
e) Türkiye’de çok partili sisteme geçiş,ancak 2.Dünya Savaşı’ndan sonra,savaştan galip çıkan müttefiklerin zorlamasıyla mümkün olabilmiştir.
f) 1946’lara kadar olan tek parti döneminde,asker-sivil bürokrasinin mutlak hakimiyeti vardır. Parlamento,tek parti ve iki dereceli seçim vasıtasıyla,bu egemen gücün belirlediği “milletvekilleri”nden oluşuyordu.
1961 A n a y a s a s ı
Çok partili sisteme geçiş ve tek dereceli seçimle,parlamentonun kompozisyonunda değişiklikler oldu.1950’lerde, burjuvazi de iktidarda söz sahibi haline geldi.Genel oy ,siyasi alanda, halk kitlelerinin önemli bir unsur olmasına yol açtı.
Bütün bunlar,eskiye oranla daha özgürlükçü bir ortam yarattı. Fakat bu, toplum yapısındaki etnik,kültürel ve dinsel çoğulculuğun siyasi alana yansımasına imkan vermedi. Bürokratik merkeziyetçi sistem sürdürüldü.
Asker-sivil bürokrasinin iktidardaki belirleyiciliğini zayıflatan bu gelişmenin önü, 1960 askeri darbesiyle kesildi.
1961 Anayasası,darbeyi yapan askeri cuntanın dikte ettiği bir anayasadır.
a) Bu anayasada askeri darbeleri meşrulaştıran bir anlayış yer almıştır.
b) Yasama organını, Millet Meclisi ve Senato teşkil ediyor. Senato’nun ¼’ü darbeci subaylarla Cumhurbaşkanınca tayin edilen kişilerden oluşuyor. Seçimle gelmeyen önemli bir grup, seçimle oluşması gereken Parlamento’da yer alıyor.
c) Anayasada Milli Güvenlik Kurulu yer almış. 1971 değişikliği ile de, askeri bürokrasi,kararlarda belirleyici rol oynamaya başlamış, yasamanın üstünlüğü zayıflatılmıştır.
d) Yargı bağımsızlığı önemli ölçüde sağlanmıştır.
e) 1961 Anayasası, “kamu yararı, genel ahlak,kamu düzeni,sosyal adalet ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa,hak ve hürriyetlerin özüne dokunamayacağı” kuralını kabul etmiştir.
Bu ilerici özelliği ve yargı bağımsızlığını sağlamaya yönelik kuralları nedeniyle,sol ve demokrat kesimler anayasaya sahip çıkmışlardır.
1982 A n a y a s a s ı
Toplumsal bilinçlenmeyi ve hareketliliği 1961 Anayasasıyla önleyemeyeceklerini gören asker-sivil bürokrasi ve onları destekleyen tekelci sermaye, 1971 yarı askeri darbeyle kısmen, 1982 darbesiyle de tamamen 1961 Anayasasından kurtuldular.
Bugün,Türkiye 5 kişilik askeri cuntanın düzenlediği bir anayasayla yönetilmenin sıkıntılarını yaşıyor.
a) 1982 Anayasasına göre, Türk milli menfaatleri, Türk varlığı, Türklüğün tarihi ve manevi değerleri, Atatürk milliyetçiliği temel değerlerdir. Bunların karşısında olan hiçbir düşünce ve mülahaza korunma görmez.
Atatürk milliyetçiliği olarak adlandırılan milliyetçilik, devletin resmi ve tekçi ideolojisi olarak kabul ediliyor. Bu totaliter anlayış, çoğulculuğu ve kendisiyle çelişkiye düşen bütün evrensel değerleri reddediyor.
b) Anayasa “yasak dil” kavramını getirmiştir. 26. maddede “düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış herhangi bir dil kullanılamaz”, 28. maddede “kanunla yasaklanmış olan bir dilde yayım yapılamaz” denilmektedir.
c) Temel hak ve hürriyetlerle ilgili maddelerin ilk fıkralarında,belli bir hak ve özgürlük sayıldıktan sonra, onu izleyen fıkralarda o hak ve özgürlük , bir takım sınırlamalarla, ya yok edilmiş, ya da içi boşaltılmıştır.
d) Yasamanın üstünlüğü ortadan kaldırılmış, askeri bürokrasinin belirleyici olduğu Yürütme, üstün konuma getirilmiştir.
Cumhurbaşkanına, hiçbir parlamenter sistemde olmayan geniş yetkiler tanınmıştır. Sorumsuz, fakat geniş yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanı yanında, Milli Güvenlik Kurulu kanalıyla, askeri bürokrasi kararlarda belirleyici konuma getirilmiştir.
e) Yargı bağımsızlığı ve Tabii Hakim ilkesi yok edilmiştir.
1961 Anayasasında yer alan “Tabii Yargı Yolu”, 1982 Anayasasında “Kanuni Yargı Yolu”na dönüştürülerek Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kuruluşuna imkan sağlanmıştır.
1982 Anayasası, sıkıyönetimin bütün yurtta uygulandığı, onbinlerce insanın gözaltında ve cezaevlerinde bulunduğu, bütün parti, sendika ve derneklerin kapatıldığı, düşünce açıklamanın ve özellikle siyasal durumu ve koşulları eleştirmenin olanaksız olduğu bir dönemde halk oyuna sunuldu. Halka iki seçenek verildi. Ya anayasa tasarısının kabulü veya askeri yönetimin devamı. Halk, sivil yönetime geçiş umudunu seçti. Tasarının içerdiği kuralları bilmeden veya bilse bile aldırmadan.
Askeri cunta ve onunla işbirliği yapan bürokratlar, kendi anlayışlarına uygun bir devlet modeli kurmak ve bu modeli de her türlü tartışmanın ve değişimin dışında tutmak, vatandaşlara ve kurumlara karşı korumak istediler. Bunun için de bütün toplumsal ilişkiler ve kurumlar bu amaçla ayrıntılı şekilde düzenlendi. Yasa, tüzük, hatta yönetmelik konuları bile anayasa kapsamına alındı.
Toplum sürekli değişiyor. Toplumun bütün kesimleri, değişimi önleyen ve çoğulculuğa karşı olan bu anayasayla çatışma halindedir. Askeri Cunta mensupları ile getirilen sistemden yararlanan bir azınlığın dışında hiç kimse bu anayasadan memnun değildir. Örneğin, 1980’lerde, sendikal hareketleri önlemek , işçi ücretlerini düşürmek ve kamuoyunun denetiminden kurtulmak için totaliter bir yönetimi özleyen büyük sermaye, askeri cuntayı ve onun eseri olan 1982 Anayasasını destekliyordu. Bugün, aynı kesimler, ekonomik çıkarları için AB’ye girmeyi tercih etmekte, AB’nin koşul olarak ileri sürdüğü, demokrasi ve insan hakları değerlerine dayalı bir anayasanın kabulünden yana ağırlıklarını koymaktadırlar.
1982 Anayasasının, hukuksal bir belge olmaktan uzak ve demokratikleşmenin önündeki en büyük engel olduğunu herkes ifade ediyor. Aydınlar, demokratik kurumlar sürekli tartışıyorlar. Fakat bunlar anayasayı değiştirme gücüne sahip değillerdir. Bu yetkiye ve güce sahip olanlar ise bu alandaki varlıklarını, yetkilerini ve güçlerini, bu anayasanın getirdiği sisteme borçlu oldukları için değişiklik girişimlerini önlemeye çalışıyorlar.
Bugün, anayasayı değiştirmek veya yeni bir anayasayı kabul etmek TBMM’nin yetkisi dahilindedir. Bugünkü meclis ise bu anayasaya ve bu anayasaya uygun olarak yapılmış siyasi partiler ve seçim kanunlarına göre oluşmuştur.
Askeri bürokrasinin belirleyici olduğu yürütme gücü, yasama gücüne egemendir.Toplumun çoğulcu yapısının yansıtılmadığı ve önemli toplum kesimlerinin temsil edilmediği TBMM, yürütme gücüne rağmen, radikal bir değişikliği kabul edecek siyasi iradeye sahip görünmüyor.
Oysa iç ve dış koşullar, sivil ve demokratik bir anayasanın kabulünü Türkiye’ye dayatıyor. Bu geri yapıdan kurtulmak için başka seçeneğin bulunmadığını herkes kabul ediyor.Bu nedenle, hem siyasal ve ekonomik zorunluluklar, hem de iç ve dış gelişmeler ve etkiler, kişisel ve grupsal çıkarlarına ters düşse bile, yasama ve yürütmeye egemen olan iktidar gücünü, anayasal değişimi kabule mecbur edeceğine inanıyoruz.
T ü r k i y e i ç i n n a s ı l b i r a n a y a s a ?
Geri kalmışlıktan kurtulmak isteyen bir Türkiye’nin önünde, Avrupa’yla bütünleşmenin dışında başka bir seçenek görünmüyor.
AB, birliğe katılmak isteyen Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri için “Kopenhag Kriterleri” olarak adlandırılan bazı koşulların yerine getirilmesini kararlaştırmıştır.
Kopenhag ekonomik kriterleri, Gümrük Birliği’ne girmiş olan Türkiye için önemli sorunlar yaratmayacak. Türkiye ekonomisinin AB ekonomisiyle entegrasyonunda çok önemli sorunlar çıkmayacaktır.
Önemli olan Kopenhag siyasi kriterleridir. Bunlar da (demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıklara saygı ile azınlıkların korunmasını güvenceye alan kurumlarda istikrarın sağlanması)dır.
Yeni bir anayasa, Kopenhag siyasi kriterlerine uygun olarak düzenlenmek durumundadır.Fakat bu kriterlere uyma zorunluluğu bulunmasa bile, yine de, toplumun çoğulcu yapısına, demokrasi ve insan hakları değerlerine uygun bir anayasayı kabul zarureti vardır.
“Türkiye için nasıl bir anayasa” sorusunun yanıtını vermeden önce, yeni bir anayasanın hazırlanma ve kabul yöntemine açıklık getirmek gerekiyor.Çünkü yöntemdeki hata, demokratik,çağdaş bir anayasanın kabulüne engel teşkil eder.
Devletin kuruluşunu ve yapısını düzenleyen kısa ömürlü 1921 Anayasası istisna edilirse, her üç anayasa da, toplumun sosyolojik çoğulcu yapısıyla ve çağdaş demokratik değerlerle uyum içinde değildir. Bu, önemli ölçüde, anayasaların hazırlanma ve kabul yöntemlerindeki özelliklerden kaynaklanmaktadır.
1924 Anayasasını ve sonraki değişiklikleri düzenleyen ve kabul eden organ, Atatürkçülüğü devletin ideolojisi olarak kabul eden ve devletle özdeşleşen CHP’nin, iki dereceli seçimle,daha doğrusu merkezden tayinle oluşturduğu TBMM’dir.Bu meclisin, nitelik olarak, Batı’daki parlamentolarla bir benzerliği yoktur.Toplumun çoğulcu yapısı bu meclise yansımamış ve gerçek halk iradesi orada temsil imkanı bulamamıştır.
Son iki anayasa ise askeri cuntaların hazırlayıp kabul ettirdiği anayasalardır.
Anayasalar, toplumdaki güç dengelerine bağlıdırlar. Bir sınıfın, katmanın veya grubun egemen olduğu bir dönemde yapılan anayasalar, egemen gücün ideolojisini ve o ideolojinin ardında saklanan çıkarlarını yansıtırlar. Demokratik bir anayasa için toplumun bütün kesimlerinin tartışmalara katılmaları ve kararlarda söz sahibi olmaları gerekir.
Bu nasıl olacaktır ?
Öncelikle, toplumun çoğulcu yapısını yansıtmayan ve halkı temsil etmeyen bu parlamento yerine, toplumdaki bütün sınıf, tabaka ve grupların temsil edildiği bir parlamentonun oluşması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Bu bakımdan Siyasi Partiler Kanunu ile Seçim Kanunu en az Anayasa kadar önemlidir. Çünkü parlamentonun niteliğini belirleyecek olan bu kanunlardır.
Lider sultasına imkan veren ve % 10’luk barajla toplumun önemli bir kesiminin parlamentoda temsilini engelleyen bu kanunlar yürürlükte kaldıkça, demokratik bir anayasanın kabulü mümkün değildir.
Bütün toplum kesimlerinin temsiline imkan veren barajsız bir Seçim Kanunu ve siyasi partileri lider sultasından kurtarıp, yönetim değişikliğine imkan veren ve adayların seçimini Yargı denetimindeki parti üyelerine bırakan bir Siyasi Partiler Kanunu öncelikle kabul edilmelidir.
Bu ilk adımdır.Bundan sonraki adım,özgür bir tartışma ortamının yaratılması için gerekli düzenlemeleri yapmaktır. Bunun için de düşünce ve örgütlenme özgürlüklerinin tam olarak kabul edilmesi gerekir. Düşünce ve örgütlenme özgürlüklerinin önünde duran bugünkü engeller kaldırılmadıkça, özgür bir tartışma ortamı sağlanamaz. Oysa demokratik bir anayasanın hazırlanması için herkesin ve her örgütün kendi düşünce ve kanaatlerini açıklayabilmesi ve hiçbir kişi ve kesimin bu tartışma alanının dışında bırakılmaması gerekir.
Özgür bir tartışma ortamı sağlanıp, yeni bir Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu ile bütün toplum kesimlerinin,güçleri oranında temsil edildiği bir parlamento oluşturulursa, ancak o zaman demokratik bir anayasanın hazırlanması için gerekli olan koşullar yaratılmış olur. Kurucu Meclis görevini de görecek bu parlamento, sivil ve demokratik bir anayasa hazırlayabilir. Bu anayasa halk oyuna sunulur ve halkın çoğunluğu onaylarsa Türkiye ilk kez sivil ve demokratik bir anayasaya sahip olur.
Nasıl bir anayasa ?
Demokratik anayasaların iki temel özelliği, s ı n ı r l a m a ve u z l a ş m a dır.
Devleti ve iktidar gücünü sınırlamak suretiyle kişilerin hak ve özgürlüklerinin güvencelerini sağlarlar. Bütün toplum kesimlerinin katıldığı genel bir uzlaşma ve kabule dayanırlar.
Demokratik anayasaların üstünlüğü, salt hukuk kurallarını içermelerinden değil, toplumsal güç dengelerine dayanan genel uzlaşmanın toplumda yarattığı saygınlıktan ileri gelir.
Türkiye, bugüne kadar, bu iki özellikten yoksun anayasalarla yönetildi.Toplumun sınıfsal, etnik ve kültürel yapısına ters düşen bu anayasalar, bugünkü siyasal,ekonomik ve ahlaki krizlerin doğmasına yol açtı. Sürekli hale gelen bu krizlere son vermek ve yapısal değişimi sağlamak ancak sivil ve demokratik bir iktidarla ve bir hukuk devletini oluşturmakla mümkündür. Bunun için de değişimi engellemeyen ve aşağıda açıklanan niteliklere sahip bir anayasaya ihtiyaç vardır.
a) Devlet, sivil ve demokratik toplumun ihtiyaçlarına cevap veren işlevleriyle bir teknik aygıt olarak anayasada yer almalıdır.
Devletin ideolojisi olmamalıdır.Devlete kutsallık izafe eden metafizik anlayışlardan uzak kalınmalıdır.Toplumun hizmetinde olan, kişi hak ve özgürlüklerinin güvencelerini sağlayan bir devlet yapısının düzenlenmesine yer verilmelidir.
b) Anayasa, gelişim ve değişimi engelleyen katı kuralların bulunmadığı kısa bir
metin olmalıdır.
c) Kuvvetler ayrılığına yer verilmelidir. Yasamanın üstünlüğüne dayanan ve
parlamentonun Yürütmeyi denetlemesine imkan sağlayan bir düzenleme esas alınmalıdır.
Devlet kurumlarının şeffaflaşmasını sağlayacak etkin düzenlemeler yer almalı ve bütün eylem ve işlemler Yargı denetimine tabi olmalıdır.
d) Hukuk Devletinin oluşması için temel şart olan Yargı Bağımsızlığı, yoruma ihtiyaç göstermeyecek ölçüde sağlam kurallara bağlanmalıdır.
Hakim ve savcıların özlük işlerine,kendi aralarından seçtikleri kurullar bakmalıdır. Yürütme ve Yasama’nın Yargı üzerinde herhangi bir etkinliği olmamalıdır.
e) Milli Güvenlik Kurulu kaldırılmalı.Askeri bürokrasi sivil iktidarın emrinde
olmalıdır. NATO üyesi olan Türkiye’de de, diğer NATO ülkelerinde olduğu gibi Genel Kurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalıdır.
İktidarın demokratik ve sivil niteliğini gölgeleyecek, atanmışların seçilmişlere üstünlüğüne yol açacak gelişmeleri önleyici mekanizmalar oluşturulmalıdır.
f) Yürürlükteki 1982 Anayasasının 90. maddesinin son fıkrası “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz” der. Fakat Yargı organları, bu andlaşma hükümlerinin kanun kurallarıyla çelişmesi durumunda kanunlara öncelik vermektedirler.
Oysa,hukukun “ahde vefa” ilkesine göre, milletlerarası andlaşmaların öncelikli olarak uygulanması zorunludur.Parlamento tarafından onaylanan andlaşmaların bir devlet taahhüdü olarak da bağlayıcılığı vardır.
Türkiye, BM, Avrupa Konseyi, AGİT gibi bir çok uluslar arası kuruma ait sözleşmeleri imzalamış ve bunların çoğunluğu TBMM tarafından onaylanmıştır.Bunların önemli bölümü, evrensel hukuk kurallarının uygulanması ve insan haklarıyla ilgili sözleşmelerdir. Bir “ Hukuk Devleti”nin oluşmasında vazgeçilmesi mümkün olmayan temel kuralları içermektedirler.
Bu nedenle, Anayasada, TBMM tarafından onaylanan uluslar arası sözleşmelerin, yasa kurallarıyla çatışması durumunda, öncelikli olarak uygulanacağı kuralı yer almalıdır. Bu, Türkiye Cumhuriyeti mevzuatının hukukileşmesini ve hukuk devletinin oluşmasını sağlar.
g) Devlet gelir ve giderlerinin, Sayıştay ve dolayısıyla parlamentonun denetiminde olması gerekir. İktidarlar, genel bütçenin dışında fonlar tesis ederek bu denetimden kaçma yolunu bulmuşlardır. Bu durum hem ekonomik sorunlara ve hem de büyük yolsuzluklar nedeniyle siyasi sorunlara yol açıyor.
Bu nedenle, bütün devlet gelir ve giderlerinin Sayıştayın denetiminde olacağı kuralı anayasada yer almalıdır.
h) Türkiye,parlamenter sistemi ve Yasamanın üstünlüğü kuralını kabul etmelidir
Cumhurbaşkanı sorumsuz ve yetkisiz olmalıdır.
Başkanlık sistemi, Türkiye’de çok kısa bir zamanda bir “Başkan Baba”, bir diktatör
yaratır.
Dünyadaki uygulamalara bakınca, başkanlık sisteminin sadece ABD’de başarılı
olduğu görülür. Bunun nedenini, ABD’nin tarihsel gelişiminden kaynaklanan federal sisteminin özelliğinde aramak gerekir. Federal devletin kuruluşunda, eyaletler bir kısım yetkilerini federal iktidara bırakmışlardır. Asıl olan eyaletlerin yetkileridir. Federal devletin yetkileri tahdididir.
Merkeziyetçi geleneğin bulunduğu ülkelerde, merkez bir kısım yetkilerini yerel birimlere devredebilir. Asıl olan merkezin yetkileridir. Denge her zaman merkezi iktidar lehine değişebilir.
Geniş yetkilere sahip olan Başkan, böyle bir sistemde, yerele bırakılan yetkileri geri alıp merkezileşmeye gidebilir ve totaliter bir yönetimin başında diktatör olur.
70 yılı aşkın bir süredir katı merkeziyetçi ve bürokratik bir sistemle yönetilen Türkiye’de, ademi merkeziyetçiliğe gidilmesi durumunda bile, başkanlık sistemi totaliter bir iktidar yaratır.
Bu nedenle, parlamenter sistemden vazgeçmemek ve başkanlık sistemini kabul etmemek gerekir.
ı) 1921 Anayasasındaki “tüzel kişiliği” olan “özerk” il ve nahiyeler anlayışından hareketle, yerel meclislerin, vali ve kaymakamların seçimle işbaşına geldiği bir ademi merkeziyetçi sistem kabul edilmelidir. Merkezi iktidarı dengeleyecek bir “yerel iktidar” olgusu yaratılmalıdır.
j) “Türk” kimliği bir alt kimlik olarak kabul edilmeli, bütün etnik ve kültürel farklılıklar birer alt kimlik olarak “T ü r k i y e” üst kimliğinde birleştirilmelidir.
“T ü r k i y e” bütün etnik ve kültürel alt kimlikleri içinde barındıran bir üst kimlik olarak anayasada yer almalıdır.
Yeni anayasada milliyetçi ideoloji değil,demokrasi ve insan hakları değerleri belirleyici olmalı ve bir hukuk devletinin oluşması sağlanmalıdır. Türkiye’nin girdiği çıkmazdan kurtulmasının tek yolu budur.
Mehmet Ali Aslan