Sosyalist Parti Tartışması

1986 yılında yayımlanan  “SOSYALİST PARTİ TARTIŞMASI” kitabında yazıları bulunanlar  : (Alfabetik sırayla)

Çağatay Anadol
Melih Cevdet Anday
Sadun Aren
Mehmet Ali Aslan
Mehmet Ali Aybar
Şahap Balcıoğlu
Murat Belge
Cenan Bıçakçı
Behice Boran
Naci Çelik
İbrahim Çetkin
Güney Dinç
Tahsin Ekinci
Tarık Ziya Ekinci
Müşfik Erem
Gülay Göktürk
Fehmi Işıklar
Rasih Nuri İleri
Hüseyin İmik
Yıldırım Koç
Yalçın Küçük
Müfit Özdeş
Nurettin Özşuca
Doğu Perinçek

 

SOSYALİST PARTİ TARTIŞMASI

Mehmet Ali Aslan

            12 Eylül 1980 sonrası, bütün siyasi partiler, ilerici sendika ve dernekler kapatıldı. On binlerce insan tutuklandı. Bir kısmı en ağır işkencelere maruz kalırken, büyük bir kısmı ağır cezalara çarptırıldı. Binlercesi de yurtdışına gitmek zorunda kaldı.

        Sıkıyönetimin bütün Türkiye’de uygulandığı bu dönemde, kişi hak ve özgürlükleri askıya alındı. Örgütsüz, dayanışmasız kalan insanlar, büyük bir korku ve endişe ortamına itilirken, suskunlaştılar.

            Özellikle iki konudan söz edilmez oldu. Sosyalizm’den ve Doğu Sorunu’ndan.

           24 Ocak “istikrar programı”nı, Türkiye için sürekli bir ekonomi politikasına dönüştürenler, suskun bir Türkiye yaratmak istediler. Bunun aracı ise halkın depolitizasyonuydu.

             Bu, başarılamadı. İnsanlar konuşmaya ve uygun politik örgütlenme biçimlerini aramaya başladılar.

           Bir kısmının cezaevlerinde, bir kısmının ise yurt dışında olmalarına karşın, sosyalistler, bu örgütlenme hareketlerine ilgisiz kalmadılar.

            Politik örgütlenme biçimi “parti” idi. 1982 Anayasası’nın  ve 12 Eylül sonrasındaki antidemokratik yasal düzenlemelerin, düşüncelerin açıklanmasına ve örgütlenmesine getirdiği yasaklar ve sınırlamalar karşısında, Sosyalist Parti kurulabilir mi? Veya, yasaklayıcı ve kısıtlayıcı bir ortamda, bir Sosyalist Parti’nin kurulmasına gerek var mıydı?

     Sosyalist çevrelerde bu sorulara yanıt aranırken, bir süre sonra, dergilerde ve panellerde, “sosyalistlerin birliği” sorunu da tartışılmaya başlandı.

          Özellikle 1970 sonrası örgütlenme faaliyetlerinde, sosyalistlerin sergilediği görünüm, hiç de iç açıcı değildi. Çok sayıda gruplara bölünen ve kavgayı daha çok birbirlerine karşı veren sosyalistlerin, yine aynı bölünmüşlüğün tuzağına düşmemeleri isteniyordu.

          Birliği sağlamak olanağı var mıydı? Ve nasıl başarılacaktı? Değişik eğilimlerdeki sosyalist gruplar, belki ilkeler etrafında bir araya gelebilirler miydi?

            İlk girişim Sayın M.Ali Aybar’dan geldi. 15 Haziran 1986 günü İstanbul Etap Oteli’nde düzenlenen toplantıya, çağrılı sosyalistlerin çoğunluğu katıldı. Toplantı çok başarılı olmamakla beraber, gelecekteki girişimler için ümit kırıcı da olmadı.

          Toplantıda, sadece eğilimlerin saptanmasıyla yetinildi. Genel eğilimin, bir Sosyalist Parti’nin kurulması doğrultusunda belirdiği görüldü. Bütün sosyalist siyasetlerin, grupların ve eğilimlerin temsil edileceği, işçilerin ve gençlerin de ağırlıklı olarak katılacağı büyük bir toplantıyı düzenlemek ve bu konudaki çalışmaları yürütmek için bir irtibat komitesinin kurulması istendi. İsimler üzerinde oybirliği sağlanamayınca, isimlerin tespiti Sayın Aybar’a bırakıldı.

       Sayın Aybar’ın tespit ettiği 18 kişiden oluşan İrtibat Komitesi’nin üyeleri, görev, yetki ve işlevleri konusunda değişik görüşlere sahip olduklarından, anlaşma olanağı bulamadılar ve herhangi bir karar alamadan dağıldılar.

           Bu girişim ve bunu izleyen olaylar bazı konulara da açıklık getirdi.

           Gruplar birbirlerine karşı önyargılıydılar. Aralarına ördükleri duvarları yıkmak güçtü.

          Birleşme noktaları üzerinde değil, ayrılık noktaları üzerinde duruluyor, ayrıntılar abartılarak temel görüş ayrılıkları haline getiriliyordu.

           Tartışmalar, toplantılar, paneller İstanbul ve Ankara il merkezleriyle sınırlı olarak ve buralarda da bir grubun veya çeşitli gruplardan küçük bir kesimin katılımıyla yapılıyordu.

        1960 sonrası TİP’in kurulması, Türkiye Sosyalist Hareketi’ne, geniş emekçi halk kitleleriyle bağ kurmak olanağı sağladı. Sosyalizm, en ufak yerleşim birimlerinde bile tartışılır ve taraftar bulur yaygınlığa erişti.

           1970’ler sonrası ortaya çıkan çok sayıda grup partileri ve örgütleri başarılı ve etkin olmamakla beraber sosyalizmin Türkiye düzeyinde daha da yaygınlaşmasına katkıda bulundular. Bugün Türkiye’deki her yerleşim biriminde inançlı ve bilinçli sosyalistlerle karşılaşmak olanağı vardır. Cezaevlerinde ve yabancı ülkelerde bulunanların dışında, on binlerce sosyalist, “ne yapılabilir?”sorusunun yanıtını aramaktadır.

           Aralarında iletişim bulunmayan bu insanların bir kısmı gruplara bağımlı olmakla beraber, çoğunluk, etkili politik araç ve yöntemlerin arayışı içindedir.

           Sadece İstanbul ve Ankara’daki bir kısım sosyalistlerin bir araya gelmesi soruna çözüm getirmiyor. Fakat yurt düzeyine dağılmış bütün sosyalistleri bir mekanda toplanmanın şimdilik olanaksız olduğunu da kabul etmek gerekiyor.

           Oysa Türkiye’de sosyalist mücadelenin etkinliği, bu on binleri harekete katmakla olanaklıdır.

           Bunun için de tartışmayı Türkiye düzeyine yaymak ve bu on binlerin görüşünü almak gerekiyor. Onlar da büyük merkezlerdeki, bilgi ve deney birikimine sahip sosyalistlerin görüşlerini öğrenmek istiyorlar.

           En çok üzerinde durulan ve tartışılan, Sosyalist Parti’nin gerekliliği, yasal durum ve sosyalistlerin birliği konularını içeren sorular, bir kısım sosyalistlere yazılı olarak verildi. Ve yanıtları yazılı olarak alındı. Bu şekilde, sorular üzerinde düşünme olanağı sağlandı.

Sorular şunlardı:

1-     Türkiye’nin bugünkü koşullarında, bir Sosyalist Parti’nin kurulması gerekli midir? Neden?

2-     Anayasa ve yasal düzenlemeler, bir Sosyalist Parti’nin kurulmasına engel midir?

3-     Çeşitli sosyalist siyasetlerin,eğilimlerin veya grupların, bir Sosyalist Parti’de bir araya gelmesinin gerekliliğine inanıyor misiniz? Bu, hangi yöntemle ve hangi “asgari müşterekler” etrafında birleşmekle başarılabilir?

4-     Bunların dışında, sosyalistlere söylemek istediğiniz bir şey var mıdır?

 

           Biz, bu soruları, çeşitli eğilimleri ve grupların görüşlerini yansıtabilecek konumdaki az sayıda sosyaliste sorduk. Fikir ve deneylerinden yararlanılması gereken sosyalistlerin sayısı elbette ki çok fazladır. Fakat kitapta yer alan görüşlerin sosyalist hareket içinde bulunan ve görüşlerini açıklayabilecek durumda olan bütün eğilimleri büyük ölçüde yansıttığını sanıyoruz. Bilemediğimiz veya ulaşamadığımız değişik görüşler varsa ve bize iletilirse, bunları da ikinci kitapta yayınlayacağız.

           Kitabın bir amacı, çeşitli eğilimlerdeki sosyalistlerin görüşlerini, Türkiye düzeyinde bütün sosyalistlere iletmekse, diğer bir amacı da bunların dışındaki bütün sosyalistlerin görüşlerini öğrenip, diğerlerine aktarmak ve aralarındaki iletişimi sağlamaktır.

           Bir Sosyalist Parti’nin kurulup kurulmaması konusundaki görüşümüzü ikinci kitaba bırakırken, bazı konulara açıklık getirmenin yararlı olacağına inanıyoruz.

ANAYASA VE YASAL DÜZENLEMELER, BİR SOSYALİST PARTİ’NİN KURULMASINA ENGEL MİDİR?

 

           Siyasal partilerin kuruluş ve faaliyetlerini düzenleyen kuralların başlıcaları Anayasa’da ve Siyasi Partiler Yasası’nda yer alır.

           Anayasa’nın 68. maddesi “siyasi partileri, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları” olarak tanımlamış ve “siyasi partiler, önceden izin almadan kurulurlar” kuralını getirmiştir. 68. madde, 69. madde ve atıf yaptığı 14. madde ile beraber değerlendirilince sorunun yanıtını bulmak kolaylaşır.

           Bu maddelere göre (sınıf veya zümre egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayan siyasi partiler kurulamaz.) Açıkça anlaşılacağı gibi proleteryadiktatörlüğünü savunan Komünist Partiler kurulamaz. Bunun dışında bir sosyalist partinin kurulmasına Anayasal engel yoktur.

           2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun, siyasi partilerin kuruluşu için getirdiği sınırlamalar, yukarıda değindiğimiz Anayasal sınırlamalarla aynıdır. Buna, 96. madde ile Komünist adıyla veya aynı anlama gelecek adla siyasi parti kurulamayacağı yasağı da eklenmiştir.

           Sonuç olarak, programında proleterya diktatörlüğünü kabul etmeyen ve adında Komünist veya aynı anlama gelecek bir kelime bulunmayan bir Sosyalist Parti’nin kurulmasına yasal engel yoktur.

ANAYASA VE YASALARA UYGUN KURULMUŞ BİR SOSYALİST PARTİ, FAALİYETLERİNİ SERBESTÇE SÜRDÜREBİLİR Mİ?

 

           Önemli olan bu sorunun yanıtıdır. Geçmiş deneyler, pek umut verici olmamıştır. Kurulan bir Sosyalist Parti, etkin bir siyasi faaliyette bulunamıyorsa, varlığının bir anlamı kalmaz. Faaliyetler de, düşence açıklamaktan, eğitimden, yürüyüş ve mitinglere kadar çok çeşitlidir.

           Demokratik düzenlerde, düşüncenin açıklanması suç değildir. Bu düşünce, düzene karşı da olabilir. Hatta bilimsel düşüncenin açıklanmasında düzenin “cebir” ile değiştirilebileceği fikri de ceza konusu olamaz. Komünist Partilerin kurulmasına ve faaliyet göstermesine yasal bir engel bulunmayan çoğulcu demokrasilerde, her düşüncenin açıklanmasına, taraftar toplamak için propaganda yapılmasına ve örgütlenmesine elbette yasal bir engel yoktur.

           Fakat demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlediği ülkemizde, düşüncenin açıklanmasına, propagandasının yapılmasına ve örgütlenmesine bir çok engeller konulmuştur. Bunlar sadece yasal engeller değildir. Yasaların yorumundan, yasadışı idari uygulamalara kadar çok çeşitli engellerle bir baraj oluşturulmaya çalışılmıştır.

YASAL ENGELLER

            Bir sosyalist partinin çalışmalarına getirilen önemli sınırlamalar, Siyasi Partiler Yasası ile Türk Ceza Yasası’nda yer alır.

           Siyasi Partiler Yasası’nın 101. maddesine göre “Parti genel başkanı veya genel başkan yardımcısı veya genel sekreterinin sözü edilen bu maddeler hükümlerine aykırı olarak sözlü ya da yazılı beyanda bulunması” hallerinde kapatma kararı verilir.

           Sözü edilen maddelerden bazı örnekler verelim.

Madde 81 – a) Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.

            Madde 92 – Siyasi partiler, kendi siyasetlerini yürütmek ve güçlendirmek amacıyla, dernekler, sendikalar, vakıflar, kooperatifler ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları veya bunların üst kuruluşları ile siyasi ilişki veya işbirliği içinde bulunamazlar; bunlardan maddi yardım alamazlar veya bu kuruluşlara maddi yardım yapamazlar; bunlara destek olamazlar ve bu amaçlarla ortak hareket edemezler.

            Madde 97 – Siyasi partiler, Anayasanın başlangıç kısmında yazılı sebeplerle Türk Silahlı Kuvvetlerinin, milletin çağrısıyla gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 Harekatına ve Milli Güvenlik Konseyinin karar, bildiri ve icraatına karşı herhangi bir tutum, beyan ve davranış içinde bulunamazlar.

            Örneğin, bir siyasi parti genel sekreteri, konuşmasında, Bodrum ve Marmaris’de X etnik grubunun veya X mezhebinin bulunduğunu ileri sürse, evet sadece ileri sürse, bu sözlü beyanı partinin kapatılmasına neden olur.

           Bu durumda,  o bölgenin sorunlarını tartışmaya ne ölçüde olanak vardır?

       Siyasi Partiler Yasası, en önemli ülke sorunlarının tartışılmasını, o sorunların adını söylemeyi yasaklamakla engellemiş oluyor.

           “Bir sosyalist parti, önemli ülke sorunlarını tartışmak ve çözümler önermek bir yana, o sorunların adından bile söz edemiyorsa varlığının ne anlamı kalır?” diye düşünenler olabilir. Fakat hukukun genel ilkelerine ve ülke gerçeklerine aykırı bu antidemokratik yasaların kaldırılması için de, örgütlü bir politik mücadelenin verilmesi gerekir. Bu da parti sorununu gündeme getiriyor.

T. CEZA YASASI’NIN ÜNLÜ 141. VE 142. MADDELERİ

Mussolini İtalyası’nda faşizmi korumak amacıyla çıkarılan 1926 tarihli Devleti Koruma Yasası’nda yer alan kurallar, 1930 İtalya Ceza Yasası’nın 270 ve 272. maddelerine konuldu. Oradan da Türk Ceza Yasası’nın 141. ve 142. maddelerine alındı.

Fakat bu maddeler bir çok kez değiştirildi. Her değişiklikte de hem cezalar artırıldı, hem de belirsiz tabirler kullanılarak geniş yoruma olanak sağlandı.

Ceza hukukunun en önemli ana ilkesi “suçta kanunilik” ilkesidir.Bu, Anayasalarda, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde, Avrupa, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesi’nde yer alan, hukukun genel ilkelerinden biridir.

 Bu ilkeye göre, yasaklanan eylemin açık, kesin ve belirli olarak tanımlanması gerekir.

Kişiler, yasak eylemleri, önceden bütün unsurlarıyla  bilmelidirler ki, hareketlerini ona göre düzenlemek olanağı bulsunlar. Kişileri ancak bu koşullarda kusurlu saymak olanağı vardır.

TCK’nin 141. ve 142. maddelerinin en büyük özelliği, ceza hukukunun “kanunilik” ilkesine uygun olarak düzenlenmemiş olmasıdır.

Tanımlar belirsizdir. Geniş yoruma açıktır. Örneğin “milli duyguları yok etmek veya zayıflatmak” herkese göre değişen bir kavramdır. Bu değişen yoruma göre de kişinin beraat etmesi veya 15 yıla kadar ağır hapis cezası ile mahkum edilmesi, aynı derecede olanaklıdır.

“Memleket içinde müesses iktisadi veya sosyal nizamlardan herhangi birini devirmek…” tanımında “cebir” unsuru da olmayınca nasıl yorumlanacaktır.

“İki veya daha ziyade kimselerin aynı amaç etrafında birleşmeleri” cemiyet teşkili sayılmıştır. Organlar ve iç disiplin gibi unsurlar aranmamaktadır.

Bir de maddelerde yazılı fiilleri “övme” suç olarak kabul edilmiştir.

TCK 141. ve 142. maddelerinde yazılı fiiller “düşünce suçları”dır. Düşüncenin açıklanması ve örgütlenmesi suçlarıdır. Bu maddelerle “düşünce” cezalandırılıyor. Tanımlar belirsiz olduğu için de yasaklanan sadece Komünizm veya etnik hareketler olmuyor. Komünistlikle suçlanan demokratik hareketler ve fiiller de yasaklanıyor.

Hazırlık hareketlerinin cezalandırılması, neticeyi doğurmaya elverişli olmayan hareketlerin cezalandırılması, soyut “övme”nin cezalandırılması gibi ceza hukukunun temel kurallarına aykırı özellikler taşıyan bu maddeler, bir de belirsiz tanımlarla geniş yorumlanınca sadece sosyalist faaliyetler için değil, genel olarak demokratik gelişme için önemli bir engel teşkil ediyor.

Bu maddeler bütün demokratik düşünce açıklamalarını ve örgütlenmelerini tehdit ediyor. Demokratik bir istemin açıklanması, bazı koşullarda bu maddelerin kapsamına girebiliyor.

TCK’nin 141. ve 142. maddeleri, Türkiye’de güç dengesine göre, bazı dönemlerde (istisnalar dışında) uygulanmamış, bazı dönemlerde ise bütün demokratik hareketleri kapsamına alan geniş bir uygulama alanı bulmuştur.

Kuşkusuz bunu belirleyen toplumdaki güç dengesidir. Fakat bu güç dengesi statik değil, dinamiktir. Her zaman değişebilir bir dengedir bu.

Sorun, 141. ve 142. maddelerin yürürlükte olmasından çok, toplumdaki güç dengesinin sosyalistlerden ve geniş anlamda demokrat güçlerden yana olup olmamasından kaynaklanıyor. Önemli olan bu dengeyi demokrat güçlerden yana değiştirebilmektir. O zaman, Türk Ceza Yasası’nı, Anayasa ve antidemokratik yasalarla beraber, çağdaş ve demokratik doğrultuda değiştirmek güç olmaz.

DİĞER YASAL ENGELLER

Demokratik gelişmenin yasal engelleri, sadece Siyasi Partiler Yasası ile Türk Ceza Yasası değildir. Çıkarılan birçok yasalarla da hukukun genel ilkelerine aykırı kurallar getirilmiştir.

Örneğin, 19.10.1983’te kabul edilen 2932 sayılı “Türkçe’den Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun”un bir benzerine, herhangi bir ülkede rastlamak olanağı yoktur.

Yasa, “düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında yasaklanan dillere esas ve usulleri” düzenliyor. Yasanın 2. maddesinde “Türk Devleti tarafından tanınmış bulunan devletlerin birinci resmi dilleri dışındaki herhangi bir dille düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaktır.” Diyor.

Bu yasaklara aykırı hareket edenlere verilecek cezalar ise,

a)     6 aydan 2 yıla kadar hapis ve yüz bin liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası,

b)     1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve yüz bin liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezasıdır.

Yasanın önemli bir yanı ise, bir fiile iki ceza verilemeyeceğine dair ceza hukukunun temel ilkesine aykırı olmasıdır.

Yasaklanan dille açıklanan düşünce suç oluştursa (Örneğin, TCK 142. maddesine aykırı olsa) hem o suça ait cezaya ve hem de bu yasaya aykırı hareket ettiği için yukarıda açıklanan cezaya hükmolunacaktır. Bu şekilde bir fiile iki ceza verilmiş olacaktır.

Yasanın 3. maddesine göre Türk vatandaşlarının anadili Türkçedir. Resmi dil değil, anadili.

Örneğin, T.C. vatandaşı olan bir Alman’ın, T.C. vatandaşlığına geçen Yugoslav futbolcularla, Amerikalı basketbolcuların anadili Türkçedir. Anaları Türkçe bilmese de.

YASAL PARTİ

 Bugün konuşulan ve tartışılan sosyalist parti, yasal sosyalist partidir. Anayasa ve yasalara göre kurulacak, yasal çerçevede çalışmalarını sürdürecek bir parti.

Demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlerlik kazandığı demokratik toplumlarda, sosyalist partilerin legali, illegali olmaz. Bütün düşüncelerin açıklanması ve örgütlenmesi serbest olduğu için buna gerek de yoktur.

Yasal ve yasadışı ayrımını yaratan, düşüncelerin açıklanmasına ve örgütlenmesine getirilen yasaklar ve sınırlamalardır. Demokrasinin yerleşememesi böyle bir ayrımı yaratır.

Legalite, kitlelerle bağ kurmanın, kitleleri eğitme, bilinçlendirme ve örgütlemenin en etkin yoludur.

İllegal çalışmanın sınırları dardır ve kitlelerle bağ kurmak güçtür. Hiçbir politik hareket, mecbur kalmadıkça, illegal çalışma yöntemini seçmez ve bütün illegal hareketlerin amacı legalizeolmaktır. Yasal olarak serbestçe faaliyette bulunmaktır.

Bizler, legal ve demokratik olanakların sonuna kadar denenmesi gerektiğine inanıyoruz. Fakat legalitenin sınırlı, güvencesiz ve riskli olduğu bir yerde, illegal örgütlenme ve çalışmalara yöneltilecek eleştirilerin inandırıcı olmadığını da biliyoruz. Sorun, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan, her türlü düşüncenin serbestçe açıklanmasına ve örgütlenmesine getirilen sınırlamaların kaldırılarak, legal ile illegal ayrımına son verilmesidir.

PARTİLER, İKTİDAR OLMAK İÇİN KURULUR

 

Partiler muhalefet için kurulmazlar. Hele bir başka partinin legalitesini veya iktidarını sağlamak için hiç kurulmazlar. Demokrasi mücadelesi başarılı olursa, bu elbette yasadışı sayılan partilerin yasal hale gelmesi sonucunu da yaratır.

Parti, iktidar için kurulur. İktidarı amaçlar. İktidar amacı için meşru ve elverişli bütün araçları kullanır. Amaç, tek başına iktidar olmaktır. Bu, elbette ki koşullara bağlıdır. Fakat o zamana kadar, iktidar arzusundan ve inancından hiçbir şey kaybetmeden, iktidarı etkilemek veya iktidara ortak olmak için çalışır. Gerektiğinde, demokrasi anlayışı kendisine en yakın olan partinin iktidara gelmesine de yardımcı olur. Ama her zaman, iktidar olmak inancını koruyarak. İktidar amacı, geçici parti anlayışıyla bağdaşmaz. Geçicilik, ancak muhalefet kavramıyla uyum sağlar.

BİR SOSYALİST PARTİNİN SÜREKLİLİĞİ NASIL SAĞLANIR?

 

Bu, tamamen partinin gücüne ve güçler dengesindeki yerine bağlıdır.

Küçük partilerin, marjinal partilerin geleceklerini tayin eden, toplumun egemen güçleridir.

Bütün sosyalist hareketi kucaklayan bir parti için, büyük bir sosyalist parti için durum farklıdır. Demokrasiye paydos düdüğünü çalmak isteyen kişiler ve güçler, sosyalistlerin örgütlü büyük gücünü hesaba katmak zorundadırlar. Anayasanın ve hukuk kurallarının dışına çıkıldığında, bu gücün büyük direnişiyle karşılaşacaklarını ve çetin bir hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğunu bilirler. Külahlarını önlerine kor ve düşünürler. Örgütlü birkaç bin kişiyi veya örgütsüz yüz binlerce kişiyi, hukuka aykırı olarak “ kurbanlık kuzu” gibi evlerinden alıp götürmek zor değildir. Fakat örgütlü on binleri, yüz binleri toplamak kolay mıdır? Buna teşebbüs etmek, çetin bir mücadeleyi ve hesaplaşmayı başlatmak olur. Yasal örgüt, bu mücadelenin içinde yeni duruma uygun olarak şekillenir. Ama ne örgütün ve ne de hareketin varlığı son bulur.

Bu nedenle ancak büyük bir parti kurulabilecekse Sosyalist Parti kurulur.

BUNUN İÇİN GÜÇLÜ BİR POTANSİYEL, YETERLİ DENEY VE BİLGİ BİRİKİMİ VAR MIDIR?

 

Baskıların, işkencelerin ve yasaklamaların yeraltına ittiği, halktan kopuk, birbirlerine karşı bile kuşkulu Türkiye Sosyalist Hareketi, 1960 sonrası gün ışığına çıktı. Kısa bir duraksamadan sonra büyük bir yürüyüşe dönüştü. Bu büyük yürüyüşe, ülkenin her yanından, toplumun her kesiminden insanlar, büyük bir coşku ve inançla katıldılar. Barış, demokrasi ve sosyalizm için bu büyük yürüyüşe katılanlar, bir kutsal amaca inanarak hizmet edenlerin güzel duygularını yaşadılar.  Öldürülenler, dövülenler, tutuklananlar, işinden atılanlar, çoluk çocuklarıyla aç ve açıkta kalanlar, kanları ve gözyaşlarıyla bu büyük yürüyüşün yolunu açtılar.

Yürüyüş, başlangıçta planlı, düzenli ve iyi örgütlü olarak sürdürüldü. Bir ortak mücadelenin, bilincin ve inancın eseri olan harekete, sonradan bazı kişiler ve gruplar sahiplenmek istedi. Kendi eseri sananlarla, o esere istedikleri biçimi vermekte kendilerini yetkili görenler, bu düzenli yürüyüşün, büyük bir kargaşa ortamında dağıldığını, etkisiz bir kalabalığa dönüştüğünü gördüler. Sapanlar, yolunu şaşıranlar, umutsuzluğa kapılanlar, oluşturdukları ufak grupları büyük bir hareket sananlar ve sadece izlemekle yetinmek zorunda kalanlar.

1970’lerde noktalanan Türkiye İşçi Partisi’nin öyküsüdür bu.

TİP dağıldı, ama hareket durmadı. Fakat bölünmüş, dağınık ve güçsüz olarak. Legalinden, illegaline, demokratik yöntemi savunanlardan, silahlı eyleme inananlara kadar değişik görüş ve anlayıştı yüzlerce grup ve grupçuk doğdu. Bunlar bütün yurt düzeyinde büyük bir savaş verdiler; kıyasıya bir savaş. Küçük bir kesimi dışında, verilen savaş, düzene ve düzenin güçlerine karşı değil, birbirlerine karşıydı. Doğrudan doğruya veya dolaylı olarak. Bu dönem de 12 Eylül ile noktalandı.

Bütün bu hareketler, sosyalizm tartışmasını Türkiye düzeyinde yaydı ve en ücra köye kadar götürdü. Yanlışlar, doğrular, hatalar, sevaplar. Ama ne olursa olsun, bugün en kötümser bir tahminle on binlerce ve belki de yüz binlerce sosyalizme inanmış insan ordusu meydana geldi. Bunlar değişik ilişkiler içinde, değişik yollara ve metotlara inanıyorlar. Fakat sonuçta hepsinin amacı ve inancı sosyalizm.

Bu değişik görüşleri, bir sosyalist partinin potasında eritmek ve ondan Türkiye’nin sorunlarına çözümler üretmek; bütün bu dağınık grupları ve insanları, sosyalizmin genel ilkelerine, dünya ve ülke gerçeklerine uygun bir program etrafında birleştirerek daha da büyük bir yürüyüşü başlatmak; güçler dengesinde birinci derecede hesaba katılan demokratik merkeziyetçi büyük bir Sosyalist Parti’yi kurmak olanaksız mı?

Bu soruya sosyalistler yanıt bulmak zorundadırlar.

Bu nasıl olur? Elbette ki birleşmekle. Ayrıntıları abartmadan, önyargılardan sıyrılarak ve herkesle diyalog kurarak bir araya gelinebilir. Tartışılır, mümkün olduğunca genelleştirilmiş program ilkeleri etrafında birleşme sağlanırsa, eylem içinde ayrılıkların büyük ölçüde giderilmiş olduğu ve dar grup anlayışlarının kaybolduğu görülür.

Grup anlayışı, dar görüşlülüğün, olaylara dar açıdan bakmanın, yaşamı dar bir çerçeveden algılamanın ifadesidir.

Sosyalistler, sadece sosyalist hareketi bir bütün olarak görmek ve onun bütünlüğünü sağlamakla da yetinemezler. Barış ve demokrasi amacına yönelik etkin bir mücadele için bütün demokratik güçlerin birliğini sağlamak için de çalışmak zorundadırlar.

Geçen dönemlerde, olaylara geniş açıdan bakamamanın ve değerlendirememenin büyük zararları görüldü.

Kendilerini sosyalist hareketle özdeşleşmiş gören bir anlayış, tasfiyeci olmak, olaylara dar grupçuluk açısından bakmak durumunda kaldı ve bir büyük yürüyüşü, bir küçük dostlar grubuna indirgemek sonucunu yarattı.

Oysa legal parti büyük olmak zorundadır. Sosyalist hareketi bütünüyle kucaklamak zorundadır. Güçler dengesinde ağırlığını duyurmak zorundadır.

BAĞIMSIZLIK SORUNU

Bir toplumun yararlarını, istek ve özlemlerini en iyi bilen, bu yararları en iyi koruyan, istek ve özlemleri gerçekleştirecek in uygun yöntemleri saptayan, kuşkusuz, o toplumun insanları ve onların örgütleridir. Hiç kimse ve hiçbir örgüt, o toplumun özelliklerini, koşullarını, sorunlarını ve uygun mücadele yöntemlerini onlar kadar iyi bilemez ve onlar kadar içtenlikle davranamaz. Çünkü koşullar, içinde yaşadıkları koşullardır. Yararlar, kendi yararları, istek ve özlemler, kendi istek ve özlemleri, sorunlar, kendi sorunlarıdır. Bu nedenle de söz ve karar sahibi kendileri olmalıdır. Hem de bağımsız olarak.

Neden bağımsızlık? En doğru kararları hiçbir telkin ve etki altında kalmadan verebilecekleri için; kendileri dışındaki hiçbir kişi veya örgütün sorunları ve koşulları kendileri kadar iyi bilemeyeceği için: en uygun ve elverişli yöntemleri de herkesten iyi bildikleri için.

Bu, elbette ki mutlak bir yanılmazlığı ifade etmiyor. Yanılmalar olacaktır, hem de çok. Fakat bu yanılmalar da bilgi ve deney birikimine yaptığı katkılarla, daha olgunlaşmalarını ve daha az yanılmalarını sağlayacaktır.

Bağımsızlık,sadece örgütsel bağımsızlık olarak anlaşılmamalıdır. Önemli olan, düşünce bağımsızlığı, bağımsız olarak düşünebilme, karar verebilme ve bunu uygulayabilme yeteneğidir.

Bir başka kişi ve örgüte kulak kabartılarak, -uyumlu politika değil- aynı politikayı yürütme zorunluluğu duyulur ve bu görev olarak kabul edilirse, en tehlikeli bağımlılık tuzağına düşülmüş olur. Bu, kişi veya örgütün kendisini bağımlı saydığı güce de zarar verir. Kendisini yönetemediği ve halkını yönlendiremediği için diğer güce yük olur, başına bela kesilir. Bağımsız düşünebilmek ve hareket etmek, gelişmiş bir kişiliğin ve de başarının temel unsurudur.

Bağımsız karar verecek ve kararları uygulayacak olanlar, o toplumun içinde yetişmiş ve o toplumla bütünleşmiş unsurlardır. Çeşitli nedenlerle toplumun dışına çıkmış ve kendi toplumuna yabancılaşmış unsurların müdahalesi de yabancı müdahalelerin sonuçlarını yaratır.

ÖRGÜTSEL BAĞIMSIZLIK, BÜTÜN YABANCI KİŞİ, ÖRGÜT VE HAREKETLERDEN SOYUTLANMA DEĞİLDİR

Bir ülkedeki sınıfsal güç dengesini belirleyen, sadece o ülkedeki sınıfların, katmanların gücü değil, bu sınıf ve katmanların ülke dışındaki diğer güçlerle olan ilişkileridir. Bugün ülkemizde bir avuç holding sermayedarının gücü, dünya kapitalist sistemi ile bütünleşmesinden ileri gelir. Bunlar, çokuluslu şirketlerle, uluslar arası kapitalist kurumlarla, kapitalist devlet aygıtlarıyla… olan ilişkileri içinde “gayrımilli” ve “enternasyonal”dırlar.

Dünya küçülmüştür. Toplumlar, kurumlar, örgütler, sosyal ve siyasal hareketler, kendi ülkelerinde, soyutlanmış olarak kalamazlar ve gelişmezler. Dünya ekonomik ve siyasal sistemlerindeki uygun yerlerini almak zorundadırlar.

İlişkilerin sağladığı gücün önemi bilindiği içindir ki, Anayasa ve yasalarımıza, siyasi partilerin, sendikaların, derneklerin… hem iç ve hem de dış ilişkilerini izne bağlayan veya yasaklayan kurallar konmuştur.

Türkiye Sosyalist Hareketi’nin örgütsel bağımsızlığı titizlikle korunurken, ilişkileri kısıtlayan veya yasaklayan Anayasal ve yasal engellerin kaldırılması için mücadele edilmeli ve bir siyasal hareketin, dünya ilişkiler ağı içindeki uygun yerini aldığı zaman, gerçek gücüne kavuşacağı bilinmelidir.

PARTİ MODELİ VEYA 1982 ANAYASASI MODELİ

Tartışılan konulardan birisi de parti modelidir. Bu, elbette ki tartışılmalı. Bilimsel olma özelliği nedeniyle sosyalizme nasslar, tabular yoktur. Her olaya bilimsel kuşku ile yaklaşım vardır. Bir araç olan, fakat hareketin sonuçlarını büyük ölçüde etkileyen parti modeli de üzerinde durulması gereken konulardan birisidir.

Fakat unutulmamalıdır ki, örgüt modelinin seçiminde kişilerin irade gücü sınırlıdır. Belirleyici olan sosyal koşullardır. Savaş içindeki bir illegal parti, güvenlik sorununa öncelik vermek zorundadır. Bu önceliğin, demokratik işleyişi olumsuz olarak etkileyeceği doğaldır.

Yasal kurulmuş partilerde ise belirleyici olan yasal kurallardır. Partinin amaçlarından tutun, örgütlenmeye, üyelik koşullarına kadar kısıtlamalar ve düzenlemeler getirilmiştir. Parti kurucuları, bu yasal kuralların dışında bir parti modeli ne kurabilirler ve ne de bu yönde değişiklik yapabilirler. Belirli koşullara göre kurulmuş ve çalışmalarını da var olan koşullara göre sürdüren bir parti, başka zaman ve koşullardaki partilerden farklı bir model oluşturacaktır.

Kişiler daha çok, sosyal ve yasal sınırlamalar içindeki çalışmaları yönlendirmede etkili olabilirler. Bu, “demokratik” ve “merkeziyetçilik” unsurlarından birisine verilecek ağırlığa göre sonucu etkiler.

Bugün tartıştığımız Sosyalist Parti ise 1982 T.C. Anayasası’na ve 2822 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’na uygun olarak kurulması gereken ve yine çalışmalarını bu yasal çerçevede sürdürecek olan bir partidir. Model bellidir. “1982 Anayasası modeli”. Bugün öncelikle tartışılacak olan bu modeli yaratan koşullardır ve bunu demokratik doğrultuda değiştirebilme koşullarının nasıl yaratılacağıdır.

“DOĞU” VE “BATI’DAKİ DOĞU” GERÇEĞİ

Türkiye Sosyalist Hareketi’nin, Türkiye’nin sosyal yapısından doğan önemli bir özelliğini belirtmekte yarar vardır.

1960 sonrası Türkiye Sosyalist Hareketi’nin legal alanda örgütlenmesi, kitlelerle bağ kurmasına ve sorunları tanımasına olanak sağladı. Kuşkusuz bu sorunların en önemlisi “Doğu Sorunu” idi.

O zamana kadar iktidarlarca yok sayılan sorun, Türkiye’deki sosyal gelişmelere paralel olarak kitlelerde çözüm yollarının arayışını hızlandırmıştı. Türkiye’deki diğer hareketlerden bağımsız ve illegal örgütlenme yanlılarının sorularına verilecek yanıtlar doyurucu ve yeterli değildi. Sorunu, Türkiye’nin bütünlüğü içinde diğer politik hareketlerle beraber ele almak ve legal alanda örgütlenerek çözümler aramak olanakları görülmüyordu. İktidarın baskıcı niteliğinden doğan yasal uygulamaların elverişsizliğinin yanında, bu soruna eğilecek etkin bir güç de yoktu.

Türkiye sosyalistleri 1960 sonrası legal alanda Türkiye İşçi Partisi’nde örgütlenince etkinlik kazandılar. Sosyalist dünya görüşü, ezilen, sömürüler, baskı altındaki insanların sorunlarına, onların istemlerine uygun çözümler getiriyordu. Bu, Doğu Sorunu’na da, ülke tarihinde ilk kez, Türkiye’nin bütünlüğü içinde ve sosyalistlerle beraber aynı örgütte, demokratlarla işbirliği içinde, legal çözüm arama seçeneğini getirdi. Seçenek halkın istemlerine de uygundu.

Doğu’da yaşayan insanların, Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayan insanlarla bir sorunu yoktu. Özellikle çoğu değer yargılarındaki benzerlik ve birlik, dostça, kardeşçe bir arada yaşamalarını sağlayacak ortamı yaratıyordu.

Kaldı ki, Doğu’dan Batı’ya, Cumhuriyetin ilk yıllarında politik, sonraları ekonomik nedenlerle süren zorunlu göçler, Batı’da, Doğu’daki nüfustan daha fazla bir Doğu’dan gelen insan kitlesini oluşturmuştur. Nüfus artış oranının büyüklüğü de bu göçe yeterli kaynağı sağlıyordu. Eskiden bir “Doğu” gerçeği vardı. Şimdi buna Batı’daki Doğu” gerçeği de eklenmişti.

Bu insanların, İstanbul’un, İzmir’in, Adana’nın, kısacası bütün Batı’nın sanayiinde, yolunda, barajında, köprüsünde, her alandaki kalkınmasında alın teri vardı. Bodrum’un, Marmaris’in, Antalya’nın güzelliklerinden de yoksun kalmak istemiyorlardı. “Batı’daki Doğu” birçok özelliklerini korumakla ve geldiği topraklardan, insanlardan tamamen kopmamış olmakla beraber, yerleştiği Batı’nın da kendi vatanı, yurdu olduğuna inanıyordu. Bunlar, “göçmen işçi” değil, bu toprakların sahipleriydi. Yerleştiği bu yeni topraklardan kendisini söküp atmak isteyecek sütün ırkçı, şoven ve ayrılıkçı güçlere karşı mücadele etmekte kararlıydı. Fakat iktidarın baskıcı ve ayrımcı tutumundan, onların düzeninden memnun değildi.

Baskı ve sömürünün olmadığı, insan haklarına saygılı demokratik bir Türkiye’nin gerçekleşmesini istiyordu. Belki çok açık formüle edemiyordu ama söyledikleri bundan farklı değildi.

Ne var ki önerilen çözümler, hep burjuva milliyetçiliği yöntemleriydi. Bu da, Türkiye’nin bütünlüğünde yararı olan, özellikle “Batı’daki Doğu”nun konumuyla çelişki yaratıyordu.

İşte bu çelişkiyi çözmenin arayışı içinde olan insanlara TİP, onların konumuna ve istemlerine uygun bir çözümü, sosyalist çözümü getirdi.

Legaliteye bağlı kalınarak, Türkiye’deki bütün sosyalist ve demokrat güçlerin işbirliği ile gerçekleştirilecek demokratik ve giderek sosyalist bir düzende, bütün sorunları çözümlenebilecekti.

Bu insanların içinde sosyalistler vardı. Fakat çoğunluğu sosyalist değildi. Ne var ki baskının kalkması, sınıfsal çıkarlardan daha önemliydi. Bu nedenle de dünya görüşünden dolayı en uygun çözümü getirebileceğine inandıkları Türkiye sosyalistleri ile beraber Türkiye İşçi Partisi’nde sadece kendi özel sorunları için değil, Doğusu, Batısı, Güneyi, Kuzeyi ile bütün Türkiye’nin sorunları için mücadele verdiler. Giderek sosyalizmi benimsediler ve inandılar. İşçi sınıfı ile beraber TİP’in en önemli unsuru oldular.

Bu beraberlik 1970’lere kadar sürdü. Bu tarihte TİP’in kendi gücünü oluşturan sınıfsal ve sosyal temellerinden koparılarak bir aydın grubun yönetimine geçmesiyle, yeni bir arayış içine girdiler.

Özelikle bir konunun altını çizmekte yarar var.

Türkiye’de hiç kimse ve hiçbir güç, bunlar kadar, Türkiye Sosyalist ve de Demokratik Hareketi’nin içinde yer almayı arzu etmişlerdir. Emekçilerden kopuk, halk kitleleriyle bağ kuramamış sosyalist aydınların bir  örgütte bir araya gelmelerinin, sosyalistlerin birliği olmadığını da vurgulamışlardır.

Türkiye’deki güç dengelerinin değişimi, hiçbir yerde ve hiç kimse üzerinde, bunlar kadar kısa sürede etkili olmuyor.Adeta bir barometre gibi. Günlük yaşantılarına yansıyan bu hassasiyet, onların güç dengeleri hesabını herkesten daha iyi kavramasına ve buna öncelik vermesine neden oluyor.

Onun için de TİP olayında olduğu gibi, bir grubun –niteliği önemli değil- hareketin yönetimini ele geçirmesiyle hareketin gücünü kaybettiğinin, güçsüz sosyal gruplarla beraber olmanın, kendilerine baskı ve umutsuzluktan başka bir şey getiremeyeceğinin farkındadırlar.

TİP ile başlayan ve 1970’lerde yine TİP ile biten ve o dönemde etkili olan legal ve diğer sosyalist ve demokratik güçlerle beraber çözüm arayışı seçeneği, sorunları ağırlaştıran, yeni çözüm arayışlarına ortam yaratan sancılı yıllardan sonra yeniden politik alana çıkabilecek midir?

 

GENÇ KUŞAKLAR

Bizler TİP’in genç kuşaklarıydık. Bugün artık kendimizi ne kadar genç sayarsak sayalım, eski gençlik dinamizmini, heyecanını, en önemlisi gelişmelere uyum sağlamak ve yaratıcılık yeteneğini, eskisi gibi sürdürebileceğimiz kuşkuludur.

Büyük bir deney ve bilgi birikimimizin olduğu bir gerçek. Bu elbette ki önemli. Provakasyonlara, sapmalara, maceralığa… karşı bir güvence. Fakat bu güvencenin önemi fazla abartılır, genç kuşakların dinamik, yaratıcı katkıları ve yönetimi etkin olarak paylaşmaları önlenirse. Hareketin gelişmesi engellenmiş olur.

Genç kuşaklar, kuşkusuz bilimsel ve teknolojik devrimin toplumsal ilişkilerde yarattığı değişiklikleri bizlerden daha iyi kavrayacak ve değerlendirecek yetenektedirler.

Bir sosyalist parti, çağının bilimsel ve teknolojik gelişmelerini kavramış çağın insanı olan bu kuşakların uzmanlığından yararlanmakla yetinemez. Hareketin yönetiminde, onlara ağırlık vermek ve onlara sorumluluk yüklemek zorundadır.

Sosyal değişmelerin ağır olduğu dönemlerde deney sahibi olmak önemliydi. Değişmelerin çok hızlı olduğu çağımızda yaratıcılık yeteneği daha da önemlidir.

ELEŞTİRİ

Parti, aynı dünya görüşünü kabul eden insanların örgütlenmesidir. B dünya görüşü, parti tüzük ve programındaki ilkelerde ifadesini bulur.  Bu ilkelerin de gerisinde, kaynağında, bir ekonomik sosyal düzenin ideolojisi, felsefesi, yaşama geçirilmişse, başarılı veya başarısız örneklerden çıkan değerlendirmeler vardır.

Bir sosyalist partinin en önemli yanı olaylara bilimsel yaklaşımıdır. Bu nedenle de düşünmeyi ve eleştiriyi önleyen, ilke ve kuralların değişmezliği anlayışına dayanan bir parti, sosyalist parti olmaktan çıkıp dinsel tarikata dönüşür.

Özellikle legal bir partide tartışma ve eleştiri kanalları açık tutulmalı ve teşvik edilmelidir. Bu, partinin canlılığını koruması ve gelişmesi için gereklidir.

Elbette bunun bir yöntemi ve ölçüsü vardır. Bilimsel ölçütlerden uzak, subjektif ve kişisel suçlamalar herhalde eleştiri olarak kabul edilemez.

Ayrıca parti üst yönetiminde görev alan kişilerin, parti tüzük ve programındaki ilkeler ve sosyalizmin genel ilkeleri üzerinde kuşku yaratacak ve kendi kişisel görüşlerini yansıtan teorik tahlillere girmemeleri gerekir. Bunlar, partideki bilim kurullarında incelenip tartışılarak olgunlaştırılır. Yetkili kurullara getirilerek tartışılır. Ancak yetkili kurulların kararıyla partinin görüşü olarak kabul edildikten sonra açıklanabilir.

Partinin üst yönetiminde sürekli tartışma konusu olan sosyalizmin genel ilkelerine ve parti ilkelerine, partililerin inancı sarsılırsa, bu ilkeler doğrultusundaki mücadelenin gücü de zayıflar.

Tartışma ve eleştirilerin önemli bir sınırı da partinin legalitesinden ileri gelir. Legal parti, yasalara göre kurulmuş ve çalışmaları yasal çerçevede sürdürülen partidir. Eleştiriler, tartışmalar da bu yasal kurallara bağlıdır. Yasaların yasakladığı konular tartışılamayacağı gibi, diğer konular da ancak yasaların izin verdiği ölçüler içinde konuşulabilir.

Örneğin, Sovyet rejimi tartışılırken ancak aleyhte konuşulabilir. Yermek hakkı vardır, fakat övmek suçtur. Böyle bir durumda olayı tüm boyutları ile diyalektik bütünlüğü içinde tartışmak olanağı yoktur. Oysa bir sosyalist partide eleştiri ve tartışmanın bilimsel olması gerekir. Bir olayın sadece tek yönü üzerinde durmak, bilimsel kurallara aykırıdır ve bizi yanlış değerlendirmelere, yanlış sonuçlara götürür.

Tüm kısıtlamaların kalktığı ve olayın her yönüyle tartışılabildiği döneme kadar, bu konudaki tartışmaların ve buna yönelen eleştirilerin ertelenmesi gerekir.

Özetlersek, övmek hakkının olmadığı yerde yermek hakkı da kullanılmamalıdır.

ÜSLUP

Sosyalist harekete katılanlar, düzenin bütün güçlerini, en etkili silahlarıyla karşılarında bulurlar. Kişisel çıkarları için değil, ezilen ve sömürülen insanların yararları için çoğu kez ölümle burun buruna yaşamak zorunda kalırlar. Bu, elbette ki kolay değildir. Yaşamın en güzel ve en verimli yıllarını cezaevlerinde, sürgünlerde, acılar ve yokluklar içinde geçirmeyi göze almak, büyük bir cesaret, özveri ve inanç işidir.

Bu büyük ve çetin mücadeleye katılanların başarıları kadar başarısızlıkları ve hataları da olacaktır. Tarihte ve günümüzde hatasız bir fikir ve eylem adamını göstermek olanağı yoktur. Eylem içinde olan elbette hata işleyecektir. Hatasız olanlar, hiçbir iş yapmadan başkalarını eleştirmekle yetinenlerdir.

Türkiye Sosyalist Hareketi’nin ön saflarında mücadele edenlerin hataları elbette ki eleştirilecektir. Bu hataların tekrarlanmaması için, gelecek kuşakların aynı yanılgılara düşmemesi için eleştirileceklerdir. Ne tarihte ve ne de günümüzde yaşamış sosyalistlerin hiçbirinin dokunulmazlıkları yoktur. Sosyalist hareketin tarihinde, kutsal kitaplar ve peygamberler değil, insanla, bilim ve politika kitapları vardır. Eleştiriye açık olmaları, niteliklerinin gereğidir.

Dostluğa, sevgi ve saygıya dayanan kişisel ilişkilerde eleştiriyi önleyemezler. Eleştirinin olmadığı yerde gelişme de durur.

Fakat eleştirirken iki kurala özenle bağlı olmak gerekiyor.

Sosyalistlerin düşünceleri, olaylara yaklaşımı ve değerlendirmeleri bilimsel olmak zorundadır. Sübjektif ve duygusal yargıların bilimsellikle ilgisi yoktur.

Sosyalizme hizmet eden insanların fikir ve eylemlerini eleştirirken, bilimsellikten uzaklaşmamaya, genel kavramlar ve klişelerle onları mahkûm etmemeye özen gösterilmelidir. Birisinin “sosyalizmden saptı”ğını, diğerinin “Marksizmi din haline getirdi”ğini ileri sürerken, bilimsel kanıtlar getirerek ispat edilmelidir. Hiçbir bilimsel veriye ve kanıta gereksinim duyulmadan herkesin herkesi kolayca suçlayabildiği bir ortamda, ne bilimsellikten ve ne de sosyalizmden eser kalır.

Sosyalizm insan içindir. İnsan sevgisi ve insana saygı temeli üzerine kurulup gelişmiştir. İnsana, insan olduğu için saygı duyan sosyalistler, kendi aralarındaki ilişkilerde bu kuralın dışına çıkamazlar. Gerek konuşmalarında, gerekse yazılarında saygılı bir üslup kullanmak zorundadırlar. Nezaket ve saygı, gelişmiş bir kişiliğin ve gelişmiş bir toplumun ilişkilerinin özelliğidir.

Yaşamını sosyalizm için mücadeleye adamış insanları, fikirlerine hiçbir ciddi bilimsel eleştiri getirmeden klişe üç beş kelime ile karalamak kolaydır. Ama bunun sosyalist harekete yarar değil, zarar getireceği açıktır. Bu üslup, sosyalist hareketin fikir düzeyinin düşmesine ve bilimsellikten uzaklaşmasına yol açar.

Kem söz, kızgınlığın, öfkenin, duygusal rahatsızlıkların ve yetersizliklerin ürünüdür. Konuşma ve yazı bu noktaya gelince bilimsel eleştiri ve tartışma da biter.

Oysa eleştirilen ve tartışmaya girilen kişilerin ve grupların fikirleri önyargısız ve soğukkanlılıkla dinlenirse, yararlanılacak bir çok yanlarının bulunduğu, belki de ortak bir noktada birleşmenin olanaklı olduğu görülecektir. Kaldı ki bugün karşı gruplarda yer alan kişiler yarın aynı örgütte beraber olabilirler. Birbirlerinin yüzüne bakarken kızarmamaları için konuşma ve yazılarında şimdiden ölçülü davranmaları gerekir.

Sadece demokrat göründüğü için, sağ görüşlü bir lidere gösterilen sevgi ve saygı, bütün olanaklarını ve yaşamını ezilen, sömürülen insanların kurtuluşuna adamış sosyalistlerden esirgenirse, ortada ciddi psikolojik rahatsızlıklar var, demektir.

Bir sosyalistin hata işlediğinin ileri sürülmesi, bilimsel eleştiri dışında hiç kimseye saldırı hakkı vermez. Kaldı ki, kimin hatalı olduğu da ancak zaman içinde eylemle anlaşılır.

*

Sosyalist Parti Tartışması, M. Ali Aslan, 1986