SILO
Yazan: ASLANOĞLU
Nerede tanıştık, bu dostluk nasıl başladı diye sorma. Kaç asırlık hikayedir bu. Hep sana gelmek, seninle olmak istedim. Fakat menfaat gruplarının aramıza ördüğü dağ gibi duvarı aşamadım. Güçsüzdüm, yalnızdım. Çoğu zaman ezdiler, vurdular beni. Ama yıldıramadılar; güçlenmeme mani olamadılar. Kurttu, kurnazdı onlar. Bilirlerdi ki, el ele verdiğimiz gün bütün istismar düzenleri yıkılacak, menfaatleri elden gidecek. Mesut bir çağ başlayacak. Bir yanda seni uyuttular; öte yanda beni ezdiler, beni vurdular. Çevirdikleri dolaplarla beni sana düşman gösterdiler. Kandın, kandırıldın bir zaman ve onlar korkusuzca saltanat sürdüler.
Ama insanlar uyanıyor, dünya değişiyordu Sılo. İnsanca yaşama arzun seni saran kayıtlardan daha kuvvetliydi. Duvarın öte yanındaki savaşı duymuş ilgilenmiştin. Bu hareket demekti ve gidiş ileriyeydi. Artık duvar sarsılıyor, gedikler açılıyor ve ben sana geliyorum. Zamanın akışı gibi bu ileri gidiş durdurulamaz; yeni setler çekilse bile dayanamaz.
Korkuyor onlar. Saltanatları yıkılıyor, menfaatleri elden gidiyor diye. İleri gidişi durduramayınca yavaşlatmak istiyorlar. Bunun için de beni senden ayırmak, seni bana düşman etmek usulünü kullanıyorlar.
Seni ezenler yine beni karalamaya; seni uyutmaya, kandırmaya, hakiki dostunu tanımana mani olmaya çalışıyorlar.
İnanma artık Sılo. Onların ipliği pazara çıktı; usülleri iflas etmek üzere.
II
Üstündeki elbiseler lime lime, yağız çehrende bir ezginlik ifadesi; düşünceli ve ürkektin. Şehre kaçıncı inişindi bilmem. Caddede duran hususi otomobile yaklaştın. Nasırlı ellerinle dokundun. Ensesi kalın, göbekli bir bey vardı. Ulurcasına haykırdı: “Ulan pis Kürt; ezdin, boyasını döktün!…”
Dünya başına yıkılmış; dokunduğuna değil şehre indiğine bile pişmandın. Fakat dayatamadın. İsyan duygularını her zamanki gibi içine gömdün. Uzaklaştın oradan.
Bu bey söz sahibiydi. Seni temsil ederdi. Hakkını müdafaa ettiğim senden yana olduğum için iftiralarla seni benden uzaklaştırmaya çalışırdı.
Bu olaydan sonra gerçeği anladın. Dost olduk. Fakat herkes senin gibi bir otomobile dokunmazdı ki…
III
Zeyno bacı ağır hastaydı. Kıştı; dağlar yol vermiyordu. 40 kilometrelik yol boyunca sırtında taşımıştın. Bir gün, beklediğin hastane kapısında yer olmadığını söylediler. Sattığın tek ineğin parası da doktor beyin hususi tedavi ücretini karşılamadı. Zeyno bacın bir otel odasında gün ağarırken kahredici bir hayatın yükünden kurtuldu.
Zeyno bacıma ve öksüz kalan çocuklarına ağlayarak yalnız başına yine aynı yola koyuldun.
IV
Tozlu bir köy yolunda sesimiz kağnı arabalarının gıcırtılarında boğulurken anlatmıştın. “İki çocuğum var. Bizden geçti artık. Okuyamadık. Bu çocuklar da benim gibi olmasın. Okusun, bir iş sahibi olsunlar. İnsan gibi yaşasınlar. Köyde okul yok. Malı, mülkü terk ettim. Şehre yerleşip okutturacağım bunları.” diyordun.
Büyük oğlun Ahmo’yu gördüm geçenlerde. Adana’nın bir çırçır fabrikasında işçi. Güçlü, kuvvetli bir genç. Hikayenin gerisini o anlattı.
“Babam okutmak için şehre getirdi bizi. İş bulamadı. Bilirsin, bir Doğu Anadolu şehrinde iş ne gezer. Çalışmak zorunda kaldık. Çıraklık, hamallık yaptık. Hiçbirimiz okuyamadık.
Meco mu!… Afyon kaçakçılığı yapıyordu. Zengin adamlar var bu işi yapan. Onların hesabına çalışıp birkaç kuruş alıyordu. Sonunda yakalandı. Hapiste şimdi.”
Oğullarımın biri hakim, biri doktor olacak diyordun. Parlak hayallerin vardı. Her şeyi göze aldın. Alıştığın bir düzeni yıktın Fakat başaramadın. Hepimizin kaderiydi bu. Yalnız başına yenemezdin.
V
Doktorun önüne bir külçe gibi yığılmıştın. Rapor vermedi. Savcı davanı takip etmedi. Kaymakam kovdu seni. Derdini kime anlatabilirdin. Jandarmanın koltuğunun altına değiştirerek koyduğu kızgın yumurtaların açtığı derin yaraları kime gösterebildin.
Jandarma, Zeyno bacı, Gezal anayı falakaya yatırmış, saatlerce döve döve yürütmüştü. Seni anlayan bir ilgili çıktı. Onu da susturdular. Vücudundaki yaralarla hangi kapıyı çalabilirdin!
VI
“Rüşvetsiz bir iş yaptıramaz olduk.” diye kaç defa dert yanmıştın bana. Ama bu korkuyla hiçbir hakkını aramak istemediğin zaman bile bir vergi gibi bunun senden alındığını söylemeyi unutmuştun.
VII
Issız dağ başlarında kanun dışı adam olarak rastladım sana. Can diyorlardı, eşkıya diyorlardı. Jandarmalar peşinde, ölümle burun burunaydın. Kesilen başın sokaklarda sürünürken seni bu yola sürükleyen sebepler üzerinde kimse durmadı. Bir karış toprak senin hayatında, namusun, bütün varlığındı. Bu hakkın da çiğnendikten sonra senin için yaşamakla ölmek arasında ne fak vardı…
Türküler yaktılar; ağıtlar söylediler. Aynı kaderin ağında daha birçokları seni takip etti.
VIII
Radyoda Evdale Zeyne’nin bir türküsü. Yanık bir hava. Bütün ruhun, varlığınla sürükler seni. Eyşo nen uzun kış geceleri beşiğini sallayıp “Lori lawo lori; lori berxé lori…” ninnisini söylerken, Mih’o dede çoğu defa bu türküyü tuttururdu.
Radyo kapatılır. “Emir var, Kürtçe dinlemek yasaktır.” Karakola çağrıldığın değil, türkünün yarıda kesilişi kahreder seni. Izdırabın içinde çöreklenir. Hiçbir memlekette müziği yasaklayan böyle korkunç bir kararın alınamayacağını anlatamazsın.
XI
Hudut boylarında gördüm seni. Kahramanca çarpıştın. Madalyalar verip, destanlar yazdılar sana. Bir vatan kurtardın. Fakat geçimini temin edecek bir karış toprağa kavuşamadın. Ancak gurbet elde gıdasızlıktan hastalanıp genç yaşında öldüğün zaman bir mezarlık yeri zor bulabildiler.
X
Senin köyünde okul yok. Çocukların kaderine terk edilir. Senin köyünde su yok. Tifo salgınları baş gösterir. Hayvanların bile susuzluktan ölür. Feza çağında taş devri insanlarının yaşadığı barınaklarda oturur, hayata kahredersin. Komşularından bazılarının yıllık geliri 700 liradır. Çoğunun toprağı yok, diğerlerinin de doyuramayacak kadardır. “Allah açlığı düşmanımın başına vermesin.” Gıda yetersizliğinden binlerce kişi hastanelere taşınır.
Huzur yok, güven yok. Yarınından emin değilsin. Kaderine hükmedemezsin.
Hiç yolu olmayan köyleri bir yana bırak. En iyisinden yazın bile kağnı arabaları zor işler. Jandarma, tahsildar ve seni aldatmaya gelen siyaset cambazlarından başka kim geçti bu yoldan? Onlar da atına binip seni yayan yürüttüler.
İşte yıllarca uğraştım bu yoldan sana gelmek için. Setler çektiler önüme; vurdular, ezdiler beni. Ama durduramadılar.
Şimdi bu yoldayım. Sana yaklaşıyorum. Kini, öfkeyi bırak, sahte samimiyetlere değil, imanlı sevgilere inan. Sen de bana doğru gel. El ele verip çalışalım.
Yarınından emin olarak huzur içinde yaşayacağın bir evin olsun. Çocukların okuyabilsin. Bol mahsul veren tarlaların, iyi süt veren ineklerin, koyunların olsun. Fabrika bacaları tütsün. Yeni yeni iş yerleri açılsın. Huzur içinde çalışıp karnın doysun. Medeniyete giden bir yolun olsun. Kimse dövemesin, baskı yapamasın sana. Rüşvetsiz işin görülsün. Gürül gürül akan pınarların, tarlalarını sulayacak barajların, kanalların olsun.
Kısaca diyeceğim şu ki; insanca yaşama imkanları doğsun.
Selam ve sevgiler Sılo.