PKK Realitesi ve Demokratik Sivil Çözüm

           Sayın Demirel, hükümeti kurduktan sonra çıktığı ilk Güneydoğu gezisinde “Kürt Realitesi”ni kabul ettiklerini söyledi. Bu açıklama ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılandı.
            Fakat geçen sürede “Kürt Realitesi”nin yaşama geçirilmesiyle ilgili olarak devlet ve toplum yapısında hiçbir değişiklik yapılmadı. Asimilasyon ve baskı politikaları aynen uygulandı. Bu politikaların uygulama aracı olan şiddet giderek kurumlaştı.

            Kısa sürede gerçek anlaşıldı. a) Milliyetçi ve muhafazakar Demirel değişmemiştir. Çağdaş kavramları ve söylemleri toplumu yanıltmak için kullanmıştır. Bunda başarılı da olmuştur. b) Hükümet iktidar olamamıştır. Atanmışların egemenliğindeki devleti denetlemek gücünden yoksundur.

            Devlete egemen olan asker ve sivil bürokrasinin Kürt Stratejisi, “Kürt Realitesi”ni tanımaya değil, bu realiteyi yok saymaya, başarıyla uygulanacak asimilasyon politikası ile bu sorundan tamamen kurtulmaya dayanıyordu.

            Bazı dönemlerdeki jenosit ve kitlesel katliamlara rağmen Kürtler kimliklerini ve kültürlerini korudular. Devlete egemen olan güçlerin Kürt Stratejisi başarılı olamadı.

            Demokrasi, barış ve insan haklarının dünya kamuoyuna mal olduğu ve bir ölçüde uluslararası kurumsal güvencelere kavuştuğu çağımızda, insanlık suçu olarak kabul edilen asimilasyon politikalarının başarı şansı yoktur ve jenosit ise mümkün değildir.

            Strateji, bugünün koşullarına uyarlanarak farklı bir biçimde uygulanıyor. Doğu ve Güneydoğu’yu Kürtsüzleştirmek. “Kürtsüz bir Kürdistan” yaratmak. Balkanlardan ve Türki Cumhuriyetlerden getirilecek soydaşlarla bölgedeki etnik yapıyı değiştirmek. İran ve Irak Kürdistan’larındaki Kürt halklarıyla Türkiye’deki Kürtler arasında bir tampon bölge oluşturarak aralarındaki doğal ilişkiyi koparmak

            Bunun için Bölgedeki devlet güçlerinin bir bölümü bir tarihsel misyon yüklendikleri inancındadırlar. Bu nedenle hiçbir hukuksal ve yasal kural tanımadan bölgede tam bir terör uyguluyorlar. Halk kitlelerine yönelik silahlı saldırıların, işkencelerin, faili meçhul cinayetlerin boyutları gittikçe büyüyor. Kürtler ve Kürt aydınları yerlerinden, yurtlarından koparılarak göçe zorlanıyor. Batı’ya göç eden Kürtlerin zaman içinde Türk toplumuyla bütünleşerek asimile olacağına inanılıyor.

            Sayın Demirel ve Sayın İnönü “Kürt Realitesi”ni samimi olarak kabul etseler bile, bu realiteyi yaşama geçirecek güce sahip değillerdir. Çünkü devleti denetleme ve bu anlamda iktidar olma gücüden yoksundurlar. Fakat görünen o ki hükümet de bu stratejinin uygulanmasına tam destek veriyor.

            Uygulamaya konulan stratejinin açıklanması beklenemez.Bunu kamufle etmek gerekiyor.

            Uydurulan gerekçe de “Güneydoğu’da terör var. Terörü yaratan PKK’dır. PKK ortadan kaldırılmadıkça bu olağanüstü durum sürdürülecek ve Kürt hakları (konuşma, yazma ve yayın haklarıyla sınırlı olarak) ancak PKK yok edildikten sonra verilecektir.

            Olağanüstü halin kaldırılması ve Kürtlerin bazı hakları kullanmalarına olanak sağlanması PKK’nın yok edilmesi şartına bağlanmıştır.

           

 

            PKK, 12 Eylül askeri darbesinden sonra ortaya çıkan bir olgudur. Ama iktidarların asimilasyon, baskı ve şiddet politikaları 70 yıldır uygulanıyor. Gerçek şu ki, tüm ülkedeki ve özellikle Güneydoğu’daki şiddet ve terör uygulamaları PKK’nın varlığından kaynaklanmıyor. Tam tersine PKK bu uygulamaların sonucu olarak ortaya çıkmış ve zaman içinde güçlenerek büyük bir halk desteğine sahip olmuştur.

            Öyle görülüyor ki şiddet, devlete egemen olan güçler ile hükümetin varlık nedeni. Denetimi aşmayacak ölçüde şiddetin sürdürülmesinden yarar umuluyor. Avanta ve sömürü ekonomisinin sürdürülmesi için gerekli olan çağdışı baskı rejimi bu gerekçeye dayandırılıyor. Şiddet aynı zamanda yukarıda anılan stratejiyi uygulamanın, halkı göçe zorlamanın da bir aracıdır.

            Bugün PKK silahları bıraksa, devlet güçleri gerçekten şiddet politikasından vazgeçecekler mi? Yoksa şiddetin ve terörün boyutları daha da mı büyüyecek?

 

 

            12 Mart öncesi, güvenlik güçleri Güneydoğu’daki köylüleri çırılçıplak soyup köy meydanında ve herkesin gözü önünde onlara dayak atıyorlardı. Bugünün silahlı gençleri o günün çocuklarıydı. Baba, amca ve dayılarını aşağılayan bu işkenceler onların çocuk zihinlerinde yer etti.

            12 Eylül’de ise bunlar cezaevlerine dolduruldular. İnsanlık tarihinin en korkunç işkencelerine maruz kaldılar. Kimi öldü, kimi sakatlandı. Bir kısmı ise çareyi ya yurtdışına ya da dağa kaçmakta buldu.

            Dünya konjonktürünün elverişli olduğu bir dönemde silahlı mücadele yöntemini seçen bu gençlerin hareketi gelişerek bugünkü duruma geldi.

 

 

            PKK siyasi bir partidir. Nasıl SHP, DYP, ANAP, HEP, İP birer siyasi parti iseler PKK da siyasi bir partidir.

            Onlardan ayrılan yanları ise a) Yasadışıdır. Çünkü yasalar “Kürt Halkı” kavramını suç sayarken ve sırf bu nedenle TİP, TEP, BKP ve SP Anayasa Mahkemesince kapatılırken herhalde “Kürdistan İşçi Partisi” yasal olarak kurulamazdı. b) Demokratik, barışçı yöntemi değil, silahlı mücadele yöntemini seçmiştir. Bunun nedeni ise kendisini yaratan yukarıda açıkladığımız nedenlerdir. 12 Eylül sonrası, demokratik barışçı seçeneklerin yok edilmiş olmasıdır.

            Kısacası yasadışılık ve silahlı mücadele, PKK’nın yapısındaki değişmez unsurlar değil, ortamın ve koşulların dayattığı değişebilir özelliklerdir. Koşulların değişmesine bağlı olarak bu özellikler de değişebilir.

            Bu açıklamayı yapmaktaki amacımız şiddet ve PKK kavramlarının eşanlamlı olarak kullanılması ve şiddetin yok edilmesi için PKK’nın yok edilmesi gerektiği iddiasının ileri sürülmesi ve kamuoyuna da bunun benimsetilmiş olmasıdır.

            Bu mümkün mü? Resmi açıklamalara ve basında yer alan haberlere göre PKK’nın on bini aşan silahlı gücü, lojistik destek sağlayan on binlerce üyesi ve taraftarı ve milyonlarca sempatizanı var. Çok az istisnayla buların hepsi Kürt’tür. Bu durumda PKK’yı Kürt Halkından ayırmak nasıl mümkün olacaktır? PKK nasıl yok edilecektir? Bu on bilerce insanın öldürülmesi demektir. Kitlesel katliam demektir. Ve bu çağda, dünyanın bugünkü konjonktüründe mümkün müdür? Bu insanların ana ve babaları, amca, dayı, teyze ve halaları olaya seyirci mi kalacaklardır?

            Belki şu da düşünülebilir. PKK’nın merkezi yönetimi yok edilir veya etkisiz hale getirilirse, parti dağılır ve etkinliğini kaybeder.

            Oysa düşünülebilecek en tehlikeli gelişim bu olur. Savaş için eğitilmiş silahlı on binlerce insan, merkezi yönetimden koparlarsa birçok küçük grup oluşur. Bunlardan bir kısmı serseri mayınlar gibi ortaya düşer ve asıl terör o zaman patlar.

            Bu nedenle bu silahlı insanların merkezi bir komutanlığa bağlı olması, gelecekte çözümleri de kolaylaştırır.

            Sorun, PKK’nın yok edilmesi değil, onun yasadışılıktan kurtulması ve silahlı mücadele yöntemini bırakıp demokratik ve barışçı yöntemi benimsemesi, kurulacak demokratik sivil toplumun bir unsuru olmayı kabul etmesidir.

            Bu nasıl olacaktır?

            1- Öncelikle Devletin şiddetten arındırılması ve demokratikleşmesi gerekir.

            2- Türkiye’nin her yerinde aynı şekilde uygulanacak idari taksimata dayalı ademi merkeziyetçi bir sistem kabul edilmelidir. Bu şekilde halk kendini yönetme, güvenliğini sağlama, sorunlarını yerinde çözme imkânına kavuşacaktır.

            3- “Kürt Realitesi”ni sözde kabul etmek yetmiyor. Bütün yasal mevzuat, devlet yapısı, eğitim ve öğretim vb… bu realitenin kabulüne ve demokratik esaslara uygun olarak yeniden düzenlenmelidir.

            4- Kürt partilerin kurulmasını engelleyen bütün yasal, yönetsel, toplumsal engeller kaldırılmalı. Ayrılmayı savunan Kürt partileri de yasal çalışma imkânı bulabilmelidirler.

            5- Bir Genel Af  Kanunu çıkarılmalı. Silahı bırakıp dönenler için sivil toplum kuruluşlarının güçlü desteğine dayalı hukuksal güvence kurumları oluşturulmalı ve isterlerse kendi fikir ve anlayışlarına uygun legal siyasi faaliyetlere katılabilmelidirler.

            6- Doğu ve Güneydoğu için özel kalkınma planları yapılarak ekonomik kalkınma sağlanmalı. Bölge ekonomisinin Türkiye ve Dünya ekonomisiyle bütünleşmesi için gerekli koşullar yaratılmalı.

            Biz, demokratik sivil toplumun altyapısını oluşturacak bu koşullar gerçekleşirse, PKK’nın legal, demokratik ve barışçı yöntemleri benimseyeceğini ve demokratik sivil toplumun bir unsuru olacağını umuyoruz. Bu umudumuzun dayanağı Kürt Halkının bu yöndeki arzu ve beklentisidir.

            Buna rağmen PKK silahlı mücadeleyi sürdürmekte ısrar ederse halk desteğinden yoksun kalacak ve kısa zamanda gücünü kaybedecektir.

 

 

            Silahlı mücadele yönteminin sürdürülmesi bir zorunluluk da olsa, bu yöntemin örgüt yapısında ve anlayışında yarattığı katı merkeziyetçi ve totaliter özellik, halkın toplumsal yaşamına da yansır. Demokrasinin temel iki özelliği olan çoğulculuk ve katılımcılığa yer vermeyen bu anlayış, toplumda totaliter bir rejimin kurulması sonucunu yaratır. Toplum bundan kurtulmak için daha çetin bir mücadele vermek zorunda kalır.

            Bugün PKK’nın veya PKK adına hareket ettiklerini iddia edenlerin, Kürt partilerinin kurulmasını ihanet olarak değerlendirmeleri, kendi dışındaki tüm siyasal, sosyal ve kültürel faaliyetlere karşı çıkmaları ve bütün faaliyetleri ve faaliyet alanlarını denetimlerine almak istemeleri bu totaliter mantığın sonucudur.

            Silahlı mücadele, örgütleri, güvenlik ve taktik başarı zorunluluğu nedeniyle, ister istemez savaş kurallarına uygun harekete ve asker mantığıyla düşünmeye zorlar. Ama bunun toplumsal etkileri her zaman olumlu olmaz. Çoğunlukla gelişmeyi ve demokratikleşmeyi engeller.

            Kürt toplumunun sivil demokratik bir yönetime kavuşması için de PKK’nın silahlı mücadele yöntemini yaratan koşullar ortadan kaldırılmalıdır.

            Yasadışı siyasi partiler ve hareketlerin amacı legalleşmek ve siyasi çözümleri gerçekleştirmektir. Bir siyasal hareketin amacı sadece savaşmak olamaz ve varlığını bu şekilde sürdüremez. Sanırım PKK da bir an önce legalleşmek ve siyasal çözümlere varmak amacındadır.

            Bu amacın gerçekleşmesi Türkiye’deki demokratikleşmeye ve sivilleşmeye bağlıdır.

            Demokratikleşme ve sivilleşme, halkın demokratik ve sivil toplum kuruluşlarını oluşturmalarıyla, en geniş biçimde toplumsal ve siyasal çalışmalara ve örgütlenmelere katılmalarıyla sağlanır. Bu, okul aile birliklerinden, tüketici derneklerinden, sendikalardan, siyasi partilere kadar çeşitli biçimlerde ve alanlarda olur. Hem Kürt ve hem de Türk toplumlarında bu sürecin hızlandırılması desteklenmeli, toplumda katılımcılık ve çoğulculuk teşvik edilip geliştirilmelidir.

            Devlete egemen olan atanmışların gücü ve etkinliği bu şekilde sınırlanır. Türk ve Kürt toplumlarındaki demokrasi düşmanı kurum ve gruplar tasfiye edilerek demokratikleşmenin önündeki engeller kaldırılmış olur.

            Demokratik bir halk iktidarının oluşumu kolaylaşır ve PKK için de legalleşme imkanı yaratılmış olur. Legalleşen, barışçı ve demokratik yöntemleri seçen PKK, halkın desteğini sağlıyorsa, bu demokratik iktidar oluşumunun içinde de yer alabilir.

            Kürt sorununa, Türk ve Kürt halklarının yararına bir çözüm bulunabilmesi ancak demokratik bir süreçte ve demokrat bir iktidar döneminde mümkündür.

            Şiddetin kurumlaştığı, devlet ve toplum yaşamına egemen olduğu bir ortamda dış güçlerin zorlamasıyla bir çözüm bulunsa bile bu, gelecek kuşakların bile yaşamını, özgürlüğünü ve refahını ipotek altına alan ve her iki halkın da zararına olan bir çözüm olur ve bunun için her iki halk da çok ağır bedeller öder.

            Demokratikleşme programını ancak demokrasiye içtenlikle inananlar ve bunu özümseyenler uygulayabilirler. DYP, SHP, ANAP, RP, HEP gibi merkeziyetçi partilerin, demokratik sivil bir toplumsal yapıyı oluşturmaları beklenemez. Bu, ancak “temel yapısal değişim” ile mümkündür. Temel yapısal değişimin kimler tarafından ve nasıl gerçekleştirileceğini ayrı bir yazıda ele alacağız.

            Kardeş Türk ve Kürt halklarının bütün sorunların üstesinden geleceğine, sivil demokratik bir refah toplumunu birlikte oluşturacaklarına inanıyoruz.

 

            Mehmet Ali Aslan

            2000’e Doğru, 26 Temmuz 1992.