Mülteciler

“Mültecilere Yardım İnsani Bir Sorundur”

 “Mültecilik sıfatı tanınsa, sınırdışı edilemeyecekler. Gezi ve yerleşme özgürlükleri olacak. Çalışma hakkına kavuşacaklar. Çocukların eğitim ve öğretimi zorunlu olacak. Hem de anadilleriyle. Yani Kürtçe. Herhalde hükümeti endişelendiren de bu durum.”

 Arkadaşımız Mevlüt İlgin, Saddam rejiminin barbarca saldırılarını geçen çoğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan Iraklı Kürtlerin on bir aya yakın bir süredir nasıl yaşadıklarını, neden bu insanlara hala “mülteci statüsü” tanınmadığını, Fransa Cumhurbaşkanı’nın eşi Daniela Miterand’ın bölgeye yaptığı gezi sonrasındaki gelişmeleri Mehmet Ali Aslan’a sordu.

–        Irak’tan Türkiye’ye sığınan Kürt mültecilerin sorunlarıyla başından beri ilgilendiniz. Bununla ilgili bir de kitap yazdınız. Kürt mültecilerin bugünkü durumu nedir?

 

Aslan: Irak-İran savaşı 20 Ağustos 1988 tarihinde uygulanan ateşkes kararıyla sona erince, Irak, İran cephesinden çektiği askeri birliklerle Kürtlere karşı büyük bir saldırıya geçti.

1925 tarihli Cenevre protokolüyle yasaklanan kimyasal silahları kullanarak Kürt halkına karşı bir soykırıma girişti. Kimyasal silahların ve napalm bombalarının kullanıldığı saldırıda sivil yerleşim merkezleri hedef alındı. Daha Halepçe katliamının dehşetinden kurtulamayan halk, yerini yurdunu terk ederek sınıra doğru kaçmaya başladı. Çoğunluğunu kadın, çocuk ve yaşlıların teşkil ettiği yüz bine yakın insan Türkiye sınırında birikti.

Türkiye, sınırlarını açarak bunları kabul etti. Hükümetin, mutlak bir soykırımla karşı karşıya bulunan Kürtleri Türkiye’ye kabul etmesi olumlu ve övülecek bir davranıştı. Fakat kabulden sonra takınılan tavır ve izlenen politika hiç de bununla uyumlu olmadı. Gelenler enterne edildi. Tel örgülerle çevrili çadır kamplara yerleştirildiler. Beslenme, barınma ve sağlık ihtiyaçları en alt düzeyde karşılandı. Yerleşme ve gezi hakları tanınmadı.

Bunların önemli bir bölümü İran’a gitti veya gitmek zorunda kaldı. Bugün Diyarbakır, Muş ve Mardin kamplarıyla toplam 36 bin mülteci var.

Mülteciler işsizdirler. Yerlerinden, yurtlarından koparılan ve tel örgüler arasına kapatılan  bu insanlar zaten psikolojik bir bunalımın eşiğindedirler. İşsizlik ise, bu bunalımı çabuklaştıran ve derinleştiren bir etken. Buna bir de geleceklerinin belirsizliğini eklerseniz, hangi durumda oldukları anlaşılır.

Çocukların durumu ise daha da kötü. Tel örgüler arasında yaşıyorlar. Psikolojik bir bunalımın eşiğinde olan anne ve babaları onlara gereken ilgiyi, sevgiyi ve şevkati gösterecek durumda değiller.Bu çocuklar yeterince beslenemiyor ve eğitim de görmüyorlar.

Bu dram, bir insanlık dramı. Ve biz bir şey yapmıyor veya yapamıyoruz. Çoğu kişi farkında değil ama, bizim yaşadığımız daha büyük bir dram.

 

–        Türk Hükümeti bunlara ısrarla “Iraklı Vatandaşlar” diyor. Kürtlere “mülteci” sıfatını tanımak istemiyor. Sizce bunun nedeni nedir?

 

Aslan: Bunlar Kürt ve Kürtçe konuşuyorlar. Bunlar mülteci. Uluslararası hukukun tanımına göre mülteci. Kısacası bunlar “Kürt mülteci”. Bütün dünya böyle tanıyor, böyle biliyor.

Hükümet bu tanımlamayı ister kullansın, ister kullanmasın, bunlar “Kürt mülteci”.

Hükümet, “konuklarımız” olduğunu söylüyor. Bu da gerçek amacını ortaya koyuyor. Amaç ilk fırsatta bunları sınırdışı etmek.

Oysa mültecilik sıfatı tanınsa, sınırdışı edilemeyecekler. Gezi ve yerleşme özgürlükleri olacak. Çalışma hakkına kavuşacaklar. Çocukların eğitim ve öğretimi zorunlu olacak. Hem de anadilleriyle. Yani Kürtçe. Herhalde hükümeti endişelendiren de bu durum. Kürtçe eğitim yapma zorunluluğundan kurtulmak için mültecileri sınırdışı etmenin yollarını arıyor ve uluslararası sözleşme hükümlerine aykırı hareket ediyor.

Mültecilik sıfatı tanınırsa, hem Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği fonlarından ve hem de Komiserlik kanalıyla diğer ülkelerin yapacakları yardımlardan yararlanacaklar. Mültecilik hakkı tanınmamakla bütün bu haklardan yararlanmaları engellenmiş oluyor.

 

–        Daniel Miterand’ın gezisiyle ilgili izlenim ve görüşleriniz nedir?

 

Aslan: Sayın bayan Miterand, üç mülteci kampının durumunu gördü. Mültecilerle ve yetkililerle konuştu. Basın, tercüme hataları yapıldığını, yanlış bilgiler verildiğini iddia etti.

Aslında durumu anlamak için konuşmaya, herhangi bir bilgi almaya gerek yok. Demokrat bir insan gözüyle kamplara bakmak yeterli.

Batılı bir demokrat, tel örgüleri ve kapıdaki polis karakolunu görünce dehşete kapılır. Çünkü tel örgüler ve karakol, onun gözünde bu insanların özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarının çarpıcı kanıtıdır. Başka bir şey sormasına ve araştırmasına gerek yoktur.

İçeri girince de çocukları görmek yeter. O hepsi birbirinden güzel ama, boynu bükük, mahzun ve çaresiz çocuklar. Yeterince beslenemeyen ve hiç eğitim göremeyen çocuklar. Bu çocukları gören Avrupalı aydın dehşete kapılır. Onların tel örgüler arasında eğitimsiz bırakılmalarına insan olarak akıl erdiremez. Bunu haklı gösterecek hiçbir gerekçe bulamazsınız.

Avrupalı için bir barınma, beslenme ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanması zaten gerekli ve zorunlu. Onların cezaevlerinde mahkumlar çok daha iyi besleniyorlar. Cezaevleri, bizdeki çoğu evden daha konforlu. İyi beslenme, barınma ve giyinme mahkumların bile hakkı. Çünkü onlar da insan.

Fakat buraya ancak suç işleyenleri ve de mahkeme kararıyla gönderiyorlar. Bunun dışında bir insanı, en lüks otelin bir odasına bile ikamete mecbur etseler, o insan, kanunsuz olarak özgürlüğünden yoksun bırakıldı diye yer yerinden oynar. Bunu yapanlar da cezaevini boylarlar.

Bu nedenle de, yetkililerin ve basının “Biz onları barındırıyoruz, doyuruyoruz. Daha ne isterler?” sözlerindeki  mantığı Avrupalı aydınların anlaması mümkün değildir.

Sayın bakan Miterand bir aydın Avrupalı olarak, tel örgülerle çevrili kampları ve çocukların durumunu gördü. Gözleri yaşardı. Hangimizin yaşarmadı ki?

Sayın Daniela Miterand zeki, anlayışlı ve zarif bir insan. Fransa’nın Türkiye ile ilişkilerinde, ekonomik çıkarlara öncelik veren resmi politikasıyla çelişkiye düşmekten çekinmedi. Fransız direniş hareketinden gelen Sayın Daniela Miterand, Fransız devrim geleneğinin bir temsilcisi olarak davrandı. Olaylara insan hakları açısından yaklaştı.

Türkiye’den ayrıldıktan sonra, Sovyetler Birliği’ne, ABD’ye yaptığı gezilerde Kürt mültecilerin durumunu en üst düzeydeki yetkililere anlattı. Cumhurbaşkanı sayın Miterand’ın sayın Turgut Özel ile ikili görüşmesinde Kürt mülteciler konusunun da ele alınmasında etkili oldu.

Bugün başta Sayın Daniela Miterand’ın yoğun ve etkili çabaları olmak üzere, birçok önemli kişi ve kurumun yakın ilgisi nedeniyle çok sayıda ülke, Kürt mültecilere yardım etmek istiyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği de bu ülkelerin yardımlarını doğrudan doğruya mültecilere ulaştırmak istiyor.

Fakat bunun için bir engel var. Türkiye bu insanlara mültecilik sıfatı tanımıyor. Mültecilik sıfatı tanınmayınca da, mültecilik statüsü uygulanamıyor ve yardımlar yapılamıyor.

Hükümet bu tutumuyla yardımları engelliyor..

Sayın bakan Miterand, eğer yardımları doğrudan doğruya mültecilere ulaştıracak güvenilir özel bir yardım komitesi veya kurumu olursa, yine de önemli miktarda yardım yapabileceklerini söyledi.

Yardım Toplama Kanunu’nun getirdiği engel nedeniyle böyle bir yardım komitesi oluşturulamadı. Durumu ANAP ve SHP’den bazı Doğulu milletvekillerine ilettim. Milletvekili olarak böyle bir girişime öncülük yaparlarsa izin sorununun çözümlenebileceğini anlattım. Ne yazık ki bugüne kadar herhangi bir girişim olmadı.

Afganistan’dan ve Bulgaristan’dan gelen Türk soylu mültecilerle, Irak’tan gelen Kürt soylu mültecilere karşı hükümetin, siyasal partilerin ve basının farklı tutumu herkesin dikkatini çekiyor ve büyük tepkilere yol açıyor. Bu tepkilerin şimdi sessiz kalması ilerisi için hiç de hayra alamet değil.

Mültecilere yardım insani bir sorundur. Din, dil, ırk, soy, renk ayrıma yapmak, hem uluslararası sözleşmelere, hem hukukun genel ilkelerine hem de insani değerlere aykırıdır. İster Kürt olsun, ister Türk, ister Fars olsun, ister Arap, sadece insan olduğu için ve ancak bu niteliği ile kendisine yardım yapılması gerekiyor. Kuşkusuz eşit olarak.

Siyasi Haber ve Yorum Gazetesi Adımlar, 1989