Kürt Sorununun Çözümünde Ademi Merkeziyetçilik

           SSCB’nin dağılmasına yol açan çeşitli nedenler ileri sürülebilir. Ancak bütün bu nedenler, katı merkeziyetçi sistemden kaynaklanıyor.

            Merkeziyetçi sistem, işçileri, emekçi halkı yönetimden dışladı. Çeşitli ulusların ve etnik grupların kendilerini yönetmelerine imkan vermedi. Parti yönetimi bürokratlaştı. Partiye ve devlete egemen olan bürokratlar, her türlü muhalefeti acımasızca susturdular. Bilimsel çalışma ve tartışmalar bile resmi görüşün çerçevesine hapsedildi.

            Merkeziyetçi totaliter rejim, bilimsel çalışmalar için gerekli olan özgür ortamı yok edince, bilimsel çalışmalar ve ona bağlı olarak teknoloji gelişemedi. Geri teknoloji nedeniyle üretimde kalite ve verimlilik düştü. Yüksek askeri harcamaların olumsuz etkisi de buna eklenince SSCB vatandaşlarının hayat standardı Batı standardının çok gerisinde kaldı. İletişim araçları, özellikle TV, bu farkı çarpıcı biçimde SSCB halklarına iletip sergileyince çözülme başladı.

            Sistem kendini yeniden üretemedi. Sorunlara çözüm bulunamadı. Çünkü merkeziyetçi sistem katılımcı değildi, katılımı önlüyordu. Halk hep yönetilen konumunda bırakıldığı ve kendi sorunlarıyla ilgili karar süreçlerinin dışında kaldığı için, ülke yönetimine yabancılaşmıştı. Çözümler ve politik seçenekler üretecek bilgi ve deneyimden yoksundu. Özgür tartışma ve örgütlenme imkanı doğduğunda, muhalefet grupları, Puşkin Meydanı’nda dedikodu üretmekten öteye gidemediler.

            Merkeziyetçi sistem, insanlığın büyük umudu olan sosyalizmin uygulamadaki başarısızlığına yol açıp, dünyayı kapitalist sistemin ve yeni sağ ideolojinin egemenliğine terk ederken, geride bir insanlık trajedisini; korkunç katliamlara, yıkımlara ve halklar arasında düşmanlıklara yol açan etnik çatışmalara bıraktı.

            Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da benzer bir gelişme süreci yaşandı.

            Ankara’da üslenen Kurtuluş Savaşı’nın kahramanları ve ulusun kurtarıcıları sivil ve asker bürokrasiyi oluşturdular. Kurtarıcılar, kurtardıkları halkın kişisel ve toplumsal yaşamının her alanını, hatta düşünce ve inanç dünyasını bile en ince ayrıntısına kadar düzenlemeye kalktılar. Halkın kendilerine minnet borcu vardı ve bu onların hakkıydı.

            Kısa zamanda katı merkeziyetçi bir sistem kuruldu ve uygulandı. Milletvekilleri bile Ankara’dan tayin edildi.

            Merkeziyetçi baskı sistemine başkaldırılar çok sert ve kanlı biçimde bastırıldı. Türkiye 1950’lere totaliter bir rejimle geldi.

            1950 sonrası, devlet ve toplum yönetimine toprak ağalarının, ticaret ve sanayi burjuvazisinin, kısacası egemen sınıfların katılımı sağlandı. Fakat merkeziyetçi sistem sürdürüldü. Halkın katılımı çeşitli yasal ve yönetsel engellerle önlendi.

            Merkeziyetçi sistemin Türkiye’yi getirdiği yer, iç savaşları yaşayan, baskıcı rejimlerin egemen olduğu geri kalmış ülkeler grubudur.

            Merkeziyetçi iki örnek verdik. Ayrı siyasal ve sosyal sistemleri benimsemelerine rağmen vardıkları sonuç aynı oldu. Başarısızlık. Kuşaklar harcandı. Emekçi halk kitleleri ağır bedeller ödedi. Neden oldukları dev ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarla bugün hâlâ boğuşup duruyoruz.

            Bu iki örneğin bir ortak özelliği de, Kürt veya Türk olsun, bu sistemlerin ister yanında ister karşısında bulunsun, aydınlarımızın büyük çoğunluğunun düşünce yapısını biçimlendirmiş olmasıdır.

            Bu aydınlarımız kahramanlık ve kurtarıcılık misyonunu çok seviyorlar. Merkeziyetçidirler. Merkezi iktidar gücüne kimsenin ortak olmasını istemiyorlar. Muhalefette iken bile merkezi iktidar gücünü sınırlamayı değil, bu gücü elde edip kullanmayı istiyorlar. Gerekiyorsa, demokrasiyi de kendileri kurup sevgili halklarına armağan etmeyi düşünüyorlar.

            Oysa demokrasilerde kahramanlara ve kurtarıcılara yer yoktur. Kahramanlar ve kurtarıcılar geri toplumların ürünleridir. Genellikle kurdukları toplumsal düzenler ise totaliter rejimlerdir.

            Çünkü demokrasi yukardan aşağıya kurulamaz. Onu sıradan insanlar, sade yurttaşlar kurarlar. Herkes sahip olduğu maddi ve manevi değerlerin makul ölçüdeki bir bölümünü toplumsal hareketin hizmetine sunar. Milyonların katkısı büyük ve hem de çok büyük bir güç oluşturur. Bir grubun bütün varlığını, mal ve canını ortaya koymasından daha büyük ve daha etkili bir güç oluşur. Ne toplumun kimseye minnet borcu olur, ne de nesiller harcanır.

            Merkeziyetçilik ile demokrasi karşıt kavramlardır. Çünkü merkeziyetçilikte katılım yoktur. Oysa demokrasinin en önemli temel unsuru katılımcılıktır. Halkın yönetime katılımı ise ancak ademi merkeziyetçi bir sistemde mümkündür.

            Demokratik ülkelerin hepsinde uygulanan ademi merkeziyetçilik, o ülkelerin koşullarına göre değişiyor. Bu bizde nasıl olmalı?

            Kürt sorununun çözümünü sağlayacak ademi merkeziyetçi sistem olarak genellikle federatif sistem düşünülür. Federatif sistem, İran ve Irak için en uygun çözümdür. Fakat Türkiye için etnik temele dayalı bir ademi merkeziyetçi sistem; ister muhtariyet, ister federasyon olsun, yeni sorunlara yol açar.

            Çünkü bugün Kürtlerin yarısından fazlası batıdadır. Bu sayı gittikçe artıyor. Doğu ve güneydoğuda yerleşik Türklerin sayısı da önemli ölçüdedir.

            Muhtariyet veya federatif sistemde, doğuda da batıda da milliyetçi muhafazakâr unsurların etkinliği artacaktır. Batıda İstanbul, İzmir gibi yerlerde yerleşik Kürtler göçe zorlanacak, bunun yarattığı tepkiyle doğu ve güneydoğudaki Türkler aynı baskılarla karşılaşacaklardır. Doğu’dan batıya, batıdan doğuya büyük bir göç dalgası, bütün ülkede bir toplumsal depreme yol açacaktır.

            Bu durum kuşkusuz en fazla Kürtlerin zararına olur. Kürt halkı Batı (Avrupa) ile olan ilişkilerini kaybeder. Çağdaş değerlerden uzaklaşır. Bölgedeki geri sosyal ve ekonomik yapının cenderesinde hapsolur. Saddam’ların, Hafız Esad’ların ve Rafsancani’lerin politik oyunlarının etki alanına girer ve Ortadoğu batağına daha çok gömülür.

            Kürtler doğuya değil, mümkün olduğunca batıya, daha çok batıya yönelmelidirler.

            Bu nedenle biz, etnik temele dayalı bir sistemin değil, idari taksimata dayalı bir ademi merkeziyetçi sistemin Kürt sorununa etkili bir çözüm getireceğini düşünüyoruz.

            Bu sistem hem İstanbul ve İzmir Kürtlerinin, hem de Ağrı ve Iğdır Azeri ve Türklerinin var olan sorunlarını çözer, onlar için yeni sorunlar yaratmaz.

            Bu nasıl olacaktır? Tartışmayı başlatmak için ana hatlarıyla açıklayalım.

            “Köy, ilçe ve il, tüzük kişiliği olan özerk yönetim birimleri olmalıdır.

            İllerde vali, ilçelerde kaymakam doğrudan doğruya halk tarafından seçilmelidir.

            İllerde il genel meclisi, ilçelerde ilçe genel meclisi, o il ve ilçelerin halkı tarafından nispi temsil esasına göre seçilmeli. Bu kurullar o il ve ilçelerin karar organları olmalıdırlar.

            İl ve ilçelerin güvenlik, kültür, eğitim, sağlık, bayındırlık, ulaşım gibi işlerinde, il ve ilçe meclisleriyle vali ve kaymakamlar görevli ve yetkili olmalıdırlar.

            Bir kısım harç ve vergilerin gelirleri bu yönetimlere ait olmalı. İhtiyaçlarını karşılamakta güçlük çeken illere genel bütçeden yardım edilmelidir.

            Merkezi yönetimin il yönetimini, il yönetiminin ilçe yönetimini denetleme yetkisi, özelliklerini zedeleyecek nitelikte olmamalı.

            Türkiye’nin her yerinde aynı yönetim biçimi uygulanmalı ve herhangi bir il ve ilçede özel bir yönetim biçimine izin verilmemeli.

Özerk il ve ilçe yönetimleri, karar ve uygulamalarında insan haklarına ve hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı olmalı. Hiçbir işlem ve eylemleri yargı denetiminin dışında tutulmamalıdır.

Asayiş ve güvenliği sağlamakla görevli kolluk kuvvetleri, illerin ve ilçelerin seçimle iş başına gelen vali ve kaymakamları ile il ve ilçe genel meclislerinin emrinde ve denetiminde olmalı. İl ve ilçe emniyet müdürleri, il ve ilçe genel meclislerinin onayıyla vali ve kaymakamlar tarafından tayin edilmeli ve belirli koşullarda aynı merci tarafından görevlerine son verilmelidir.

Devletin ve toplumun şiddetten arındırılması ancak halkın, ademi merkeziyetçi bir sistemde, yerel ve sınırlanmış merkezi iktidarı almasıyla mümkündür.

Ordunun görevi, sınırları dış düşmanlara karşı korumaktır. Demokrasilerde iç düşman yoktur ve olamaz da. Ülkede yaşayan vatandaşlardır, bu ülkenin insanlarıdır ; bu ülkenin sahipleridir. Ordu iç politika hesapları için kullanılmamalı, asıl görevi olan ülke savunmasına dönmelidir.

Merkezden gönderilen güvenlik güçleri ise yerini yerel güvenlik güçlerine bırakmalıdır. İç güvenlik, güvenliğe ihtiyacı olan insanlar tarafından, onların karalarıyla ve onların denetiminde sağlanmalıdır.

Diyarbakır halkı kendi yerel meclislerini, vali ve kaymakamlarını seçer, emniyet müdürlerini de bu vali ve kaymakamlar ile yerel meclisler tayin edip denetlerse, ortada bir güvenlik sorunu kalmaz. Çünkü bu emniyet müdürleri kimseye kötü davranamaz ve işkence yapamaz. Yerel güvenlik güçleri, büyük halk desteğine sahip olacakları için güvenliği sağlamada güçlü ve etkili olurlar.

Demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla uygulandığı bir toplumda hiçbir silahlı güç taban ve destek bulamaz. Bugün sorunların ancak silahla çözüleceğini savunan genç insanların gerekçeleri ortadan kalkar. Buna rağmen bu görüşlerinde ve eylemlerinde ısrar edenler olursa, toplumsal tepkiyle karşılaşırlar ve toplumda hiçbir destekleri kalmadığı için etkisiz hale gelirler.

O zaman çatışmalar sona erer, şiddet sona erer. Çünkü çatışmaların tarafları kalmaz. Merkezi yönetimin baskıcı gücüyle, ona karşı çıkan silahlı tepki gücü sahneden çekilir. Halk yönetime el koyar.

Çatışmayı ve savaşı yaratan ve sürdüren, tekelci sermaye ile Ankara bürokrasisinin merkeziyetçi iktidarıdır. Her iki tarafta da savaşanlar halk çocuklarıdır ve genellikle yoksul halk çocuklarıdır.

Bu genç insanların savaşması değil; birleşmesi, kendilerini ölüme sürükleyen, ana babalarını da bir baskı rejiminde yoksulluğa mahkûm eden merkezi iktidar gücüne karşı birlikte mücadele etmeleri gerekir. Ana, baba, amca, dayı, hala ve teyzeleriyle beraber çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi kurmaları gerekir. Toplumun şiddetten, baskıdan, işkenceden, sömürüden, yoksulluktan, adaletsizlikten kurtulması için katkıda bulunmaları gerekir. Birer kurtarıcı ve kahraman olarak değil, bizler gibi sade yurttaşlar olarak bilgi ve yeteneklerini toplumun hizmetine sunmaları gerekir.

Bırakalım Diyarbakır halkı Diyarbakır’ı, Edirne halkı Edirne’yi, Trabzonlular Trabzon’u, Vanlılar Van’ı yönetsin. Onlar kendi illerinin ve yörelerinin sorunlarını ve çözümlerini herkesten iyi bilirler. Kendilerini herkesten daha iyi yönetirler.

Gelin, tekelci sermaye ile Ankara bürokrasisinin merkeziyetçi iktidarına son verelim ve ortak yararlar etrafında birleşerek Türkiye’yi de hep birlikte yönetelim.

 

 

 

 

 

 

HEP ile ilgili bir açıklama

 

Geçen sayıdaki yazıda HEP’i merkeziyetçi partiler grubunda göstermem, HEP çevrelerinde tartışmalara yol açtı. Birçok HEP’li de, HEP programının yazarı olarak bir çelişkiye düşüp düşmediğimi sordu. Bu nedenle konuyu aydınlatacak bazı açıklamalarda bulunmak gerekiyor.

HEP’in programını, Program Komisyonu Başkanı olarak hazırladım. Programın sağlık, beslenme ve konut bölümlerini Sayın T. Ziya Ekinci, çalışma yaşamı bölümünü Sayın İ. Hakkı Önal yazdı. Eğitim bölümünün giriş kısmını ise Sayın Murat Belge hazırladı. Bu kısım tarafımdan program diline uyarlandı. Bunun dışında kalan programın bütün bölümlerini ben yazdım.

Program, demokratik sivil bir toplum düzeninin kurulmasını amaçlıyordu.Çoğulculuk ve katılımcılık, demokrasinin iki temel unsuru olarak kabul edilmişti. Katılımcılığı sağlayacak sistem ise ademi merkeziyetçi sistemdi. Ademi merkeziyetçilik ile Kürt sorunu ayrı birer bölüm olarak programda yer aldı. Ademi merkeziyetçilik yukarıda açıkladığım şekilde, biraz daha ayrıntılı olarak düzenlenmişti.

Yazdığımız program aynen kabul edildi. Fakat içinde yer almadığımız kuruluş aşamasında, programın iki önemli bölümü, Kürt sorunu ve ademi merkeziyetçilik ile ilgili bölümleri çıkarıldı.

Kürt sorunu, insan hakları bölümünde bir iki cümleyle ifade edildi. Ademi merkeziyetçiliğin yerine ise merkeziyetçi sistem kabul edildi.

HEP kurucuları programdan özellikle ademi merkeziyetçiliği çıkartıp merkeziyetçi sistemi kabul etmişlerse, doğaldır ki, HEP merkeziyetçi partiler grubunda yer alacaktır.

Demokrasinin kurulmasında ve toplumsal sorunların çözümünde, en büyük ve en etkili güçlerden biri olarak kendisine büyük umutlar bağladığımız HEP tabanı, umarım bunun hesabını HEP’in kurucularından ve merkez yöneticilerinden sorar.

 

 

Mehmet Ali Aslan

2000’e Doğru, 2 Ağustos 1992.