HADEP Genel Kurulu’ndan Beklenenler

            Kasım ayında toplanması kararlaştırılan HADEP Genel Kurulu,Kürtlerin ve aydınların önemli gündem maddesi olarak tartışılıyor.

            HADEP diğer bütün partiler gibi Siyasi Partiler Kanununa göre kurulmuş ve o çerçevede faaliyet gösteren bir siyasi partidir.

            Siyasi Partiler Kanunu,siyasi partileri,mevcut düzenin sadık unsurları haline getirmeyi amaçlayan bir düzenleme getiriyor ve bu çerçevenin dışına çıkan partilerin varlığına son vererek sisteme yönelen tehlikeleri önlemeye çalışıyor.

            Bu,HADEP dışındaki partiler için bir sorun yaratmıyor.Çünkü bu partiler,söylemleri düzene karşı da olsa,düzenin temel unsurlarına ve değerlerine karşı çıkmıyorlar,hatta bu değerleri paylaşıyorlar.

            Politika,iktidar bilimidir.Siyasi partiler,politik araçlardır ve amaçları iktidarı almak ya da iktidara ortak olmaktır.Sadece muhalefet etmek için siyasi partiler kurulmaz.İktidarı amaçlamayan ve bu nedenle asıl işlevinden uzak olan bu gibi örgütler kısa sürede yozlaşır,iktidarın yönlendirdiği menfaat gruplarına dönüşürler.

            Düzenin temel değerlerini benimsedikleri için,mevcut siyasi partilerin,düzeni koruyan iktidar gücüyle ciddi sorunları yoktur.Bugünkü merkeziyetçi bürokratik iktidarın alternatifi olacak sivil ve demokratik bir iktidarı oluşturma amaçları da mevcut değildir.Asıl işlevlerinden uzaklaştıkları için de birer menfaat grubuna dönüşmüşlerdir.Sistemin “demokratik vitrini” olma görevine karşılık rantlardan pay alıyorlar.

            HADEP’in  durumu farklıdır.HADEP, kimlikleri inkar edilen,yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum olan,baskı altındaki bir toplumun oluşturduğu partidir.Bu toplumun taleplerini dile getirmek,özlemlerine cevap vermek,sorunlarına çözüm üretmekle yükümlüdür.Varlık nedeni budur.Bu da sisteme entegre olmakla değil,bugünkü merkeziyetçi bürokratik iktidarın yerine sivil ve demokratik bir iktidarı oluşturmak için mücadele etmekle olur.

            HADEP bu işlevinden ayrıldığı ve sistemle mücadelesinde tereddüde düştüğü an,hem kendisini bitirir ve hem de Türkiye demokratik hareketine büyük zarar verir.Çünkü,HADEP’in sivil ve demokratik bir iktidarı oluşturma mücadelesi,Türkiye demokratik hareketinin ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin en önemli temel unsurudur.

            HADEP’in düzen partileriyle olan farkı,Genel Kurul Toplantısı’nı önemli kılıyor.Günümüz dünya,bölge ve Türkiye konjonktüründe bu toplantı daha da büyük önem kazanıyor.

            Kişisel çıkar beklentileri olmayan aydınlar ve halk,”HADEP’in,tabanının özlem ve taleplerine cevap verecek,Türkiye ve bölge sorunlarına gerçekçi ve uygulanabilir çözümler üretecek,demokratik hareketin temel unsurlarından biri haline gelip Türkiye’deki demokratik mücadelenin öncülüğünü yapacak bir güce ve kimliğe kavuşması için neler yapılabilir?” sorusunun yanıtını arıyorlar.

            Doğru bir yanıt bulabilmek için bugünün dünyasında belirleyici olan önemli bir olguya kısaca değinmekte yarar vardır.Çünkü bu bilinmeden ve dikkate alınmadan yapılan değerlendirmeler yanlış olur.

 

            K ü r e s e l l e ş m e 

            Küreselleşme,bilimsel ve teknolojik devrimin yarattığı bir sonuç.Bilgi çağının doğal ve kaçınılmaz sonucu.

            Ulus-devlet döneminin,toplumları birbirinden ayıran sınırları kalkıyor ve Dünya bir köye dönüşüyor.Yeni dönemin,eskisinden farklı kavramları,değerleri oluşuyor.Artık eski dönemin düşünce kalıplarıyla bugünü anlamak mümkün olmuyor.

            Küreselleşme,bir olgu.Önlenmesi mümkün olmayan bir gerçek.Bu gerçekliği kabullenmek gerekiyor.

            Küreselleşme şu veya bu ülke,şu veya bu grup ve sınıf açısından ne iyi,ne de kötüdür.Kim ki,küreselleşmeyi yaratan bilgi çağının gereklerine uygun davranır,bilgiyi bir güç ve bir mücadele silahı olarak kullanabilirse,o,küreselleşmeden yarar sağlar.Kim ki,gelişmelerin dışında kalır ve eski düşünce kalıplarıyla dünyayı ve olayları değerlendirmeye devam ederse,küreselleşmeden büyük zarar görür.

            Küreselleşmeden,başlangıçta,diğer güçlere oranla daha örgütlü olan,bilgi kaynaklarına sahip ve bilgi iletişim teknolojilerini daha iyi kullanan uluslar arası sermaye yararlandı.Ülkeler ve sınıflar arası gelir dağılımındaki farklar daha çok arttı.Zenginler daha zenginleşti.Yoksullar daha çok yoksullaştı.Dünya finans piyasalarına egemen birkaç uluslar arası şirket,Uzakdoğu’dan Rusya’ya ve Türkiye’ye kadar,bir çok ülkede,büyük ekonomik krizleri yaratabilecek ölçüde etkinlik kazandılar.

            Unutmamak gerekir ki,küreselleşmeden önce de,uluslar arası ekonomik düzen,gelişmemiş ülkelerden gelişmiş ülkelere kaynak transferine imkan sağlıyordu.Bugün biraz daha hızlandı.Ama bu,geçici bir durumdur.Biz,henüz küreselleşmenin başlangıcındayız.

            Küreselleşmeden zarar gören ülke,sınıf ve gruplar,bilgi çağının araçlarını iyi kullanır, enternasyonalist dayanışmayı ve birlikte mücadeleyi sağlayacak yeni örgütlenme modelleri yaratırlarsa,dünya ekonomisinin,zenginlerin ve gelişmiş ülkelerin yararına olan bugünkü gelişmesini,farklı bir alana yönlendirebilir,kalkınmayı ve adil bir gelir dağılımını sağlayacak uluslar arası bir ekonomik sistemi oluşturabilirler.

            Bilgi iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle,insanlar bilgiye daha çabuk ulaşır oldu.Bilgi kaynaklarına sahip olma ve bundan yararlanma tekeli yıkılmaya başladı.İnternet ile Dünyalılar arasında sınırsız bir iletişim ağı kuruldu.Birçok alanda devletlerin denetimi etkisiz hale geldi.Farklı mücadele ve örgütlenme yöntemleri ortaya çıktı.

            Örneğin,Seattle’den Prag’a,Dünya Bankası ve IMF gibi uluslar arası ekonomik kuruluşların toplantılarını engellemeye çalışan küreselleşme karşıtı gruplar, İnternet aracılığıyla,dünyanın dört bir yanından gelip eylem alanında toplanmayı ve birlikte hareket etmeyi başardılar.

            Geçenlerde,bazı ABD şirketlerinin sitelerine giren bir bilgisayar korsanının verdiği ekonomik zarar,Türkiye’nin bir yıllık turizm gelirinden fazlaydı.

            Dünyadaki bütün gerilla örgütleri bir araya gelse,Pentagon’a sızıp bir belgeyi ele geçiremezler.Ama çok iyi bir bilgisayar korsanı,Pentagon’un bilgisayar ağlarına sızıp en önemli gizli bilgileri alabilir.

            Bu örnekleri,bilgi çağı araçlarının önemini belirtmek için veriyorum.Kuşkusuz,bu araçlar yıkıcı değil,yapıcı ve yaratıcı amaçlar için kullanılmalıdır.

            Artık insanların e-mail adresleri,ev ve iş adreslerinden daha gerçek ve daha önemli hale geliyor.Sanal Dünya’nın önemi ve boyutları her geçen gün daha da artıyor.

            İktidarlar,hoşlarına gitmeyen gazete,dergi ve kitapları toplatma ya da dağıtımını engelleme imkanlarına sahiptirler.Ama bilgisayardaki sitelerden ve web sayfalarından yayımlanan haberlere ve fikirlere müdahale imkanından yoksundurlar.

            Küreselleşme iki önemli gelişmeye yol açıyor.Bir yanda uluslar üstü birliklerin oluşmasına,diğer yanda ulus-devlet kalıbının cenderesinde ezilen etnik,dinsel vd.. kimliklerin kendilerini serbestçe ifade etmelerine ve gelişme imkanlarına kavuşmalarına imkan sağlıyor.Bütünleşme ve özgülleşme diyalektik bir bütünlük içinde ulus-devlet kalıplarını parçalıyor.Doğal olarak buna bağlı kavramlar,düşünce kalıpları ve değerler önemlerini yitiriyor.

            Sömürülen sınıflar,baskı altıdaki halklar,her zamankinden daha fazla enternasyonalist dayanışma ve işbirliği imkanlarına ve araçlarına sahip oluyorlar.

            İnsan hakları,devletlerin içişleri olmaktan çıkmış ve ihlal eden ülkelere uluslar arası güçlerin müdahalesi meşruluk kazanmıştır.

            En önemlisi,bir evrensel hukuk sisteminin oluşması ve bunu uygulayacak uluslar arası mahkemelerin kurulmasıdır.

            Bizler 1920’lerin,50’lerin,80’lerin dünyasında yaşamıyoruz.Bilimsel ve teknolojik gelişmeler başdöndürücü bir hızla ilerliyor ve bu ekonomik,politik,sosyal,eğitim ve kültür gibi bütün alanlarda,olumlu ya da olumsuz,önemli yapısal değişimlere yol açıyor.Eski dünyanın düşünce kalıplarından ve alışkanlıklarından kurtulup,içinde yaşadığımız yeni dünyayı şekillendiren gelişmeleri anladığımız ölçüde başarılı olabiliriz.

            ‘Bu,HADEP Genel Kurul Toplantısına nasıl yansımalı?’ sorusuna yanıt vermeden önce,Türkiye’nin durumunu tespit etmekte yarar vardır.

 

            T ü r k i y e’ n i n   D u r u m u

            Türkiye,dünya ortalamasının altında üretiyor.Milli geliri düşük.Bu düşük milli gelirin dağılımı ise “adaletsiz” sözcüğü ile ifade edilemeyecek kadar korkunç.Bir tarafta,çirkin ve mide bulandırıcı bir tüketim azgınlığı,diğer tarafta çöplüklerden  ekmek kırıntıları toplayan aç insanlar.

            Milli gelirden,nüfusun en fakir % 20’lik grubu % 4,9 pay alırken,% 20’lik zengin grubu % 57 pay alıyor.DPT,ülkede yaklaşık 17 milyon insanın açlık ve yoksulluk sınırında olduğunu açıklıyor.1,5 milyon kişinin günlük geliri 1 doların (665.000 TL) altında ve bunlar açlık sınırında yaşıyor.

            Bölgesel farklılıklar da aynı ölçüde büyük.Kişi başına düşen milli gelir Kocaeli’de 7.501 dolar iken,Ağrı’da 827 dolardır.Bir doların altındaki gelirle açlık sınırında yaşayan nüfusun Doğu ve Güneydoğu’daki oranı % 14’tür.

            Gelir farklılıkları gittikçe de artıyor.Bir yıl öncesine göre çiftçiler % 13,3,memurlar % 10,8,işçiler % 12 yoksullaştı.

            İşsizlik % 12 boyutlarında.Türkiye’de yatırımlar durmuş.Bu nedenle istihdam artmıyor.1999 yılında 35.609 kişi işini kaybetmiş.Gizli işsizliği de dikkate alırsanız korkunç bir tablo ortaya çıkar.

            Büyük sanayi kuruluşlarının kârları,üretimden değil,faizlerdendir.500 büyük sanayi kuruluşunun 1998 yılı kârlarının % 87,7’si faizlerden,yani bizlerin ödediği vergilerle karşılanan faizlerden sağlanmış.Sadece % 4,6’sı üretimden oluşmuş.

            Türkiye’nin altyapı tesisleri çökmeye başladı.Enerji açığı hem üretimi olumsuz etkiliyor,hem de ülke karanlığa gömülüyor.Enerji açığını kapatmak için 6 milyar dolar yatırıma ihtiyaç var.Bu para bulunamadı.Ama batık bankaların devlete maliyeti 8 milyar dolardır.Bu para siyaset,mafya,işadamı üçlüsünün,hepimizin gözü önünde açıkça oluşturdukları bir düzenle iç edildi.Bunların bir kısmının Sayın Sezer’den önce Çankaya’da oturan zatın yakın akrabaları olmaları ve “aile fotoğrafı”nda yer almaları,daha fazla açıklamayı gereksiz kılıyor.

            Susurluk olayını örtbas eden sistem,Susurluk kahramanlarına parlamentoda yer veriyor.

            Siyasi tutuklu ve hükümlülerin can güvenliği bulunmazken,mafya babaları,her türlü konforun bulunduğu cezaevlerinde ya da siyasetçi ve işadamı takımının arasında en itibarlı kişiler olarak yer alıyorlar.

            Bu mafya düzenin sürdürülmesi için 22.000 tetikçi,yani kiralık katil ve kiralık katil adayı,aramızda dolaşıyor.

            Düzen kendi kültürünü,kendi değerlerini yaratıyor.Ülkemizdeki medyanın düzeysizliğine,TV programlarının bayağılığına hangi ülkede rastlayabilirsiniz.Türkiye’nin 20 ilinde sinema,40 ilinde tiyatro yok.

            Türkiye’de nüfusun % 17’si okuma yazma bilmiyor.Güneydoğu’da ise bu oran % 34. Okuma yazma bilmeyen kadınların oranı Diyarbakır’da % 53,Şırnak’da % 73’dür.2000-2001 eğitim ve öğretim yılında Güneydoğu’da 3.500 köy okulu kapalıdır.Bölge çocukları alfabeyi bile öğrenemeyecekler.

            Genel olarak eğitim düzeyi düşük ve her geçen gün daha da düşüyor.Her yıl yüzbinlerce genç Üniversite kapısından dönüp işsiz ve umutsuz kitlelerin arasına katılıyor.Eğitim düzeyi düşük üniversiteleri bitirenler de aynı kaderi paylaşıyor.Bunların çoğunluğu,Doğu ve Güneydoğu’dan.

            Yarattığı büyük rantlar uğruna ülkemizin doğası yağmalanıyor ve çevre tahrip ediliyor.Çarpık kentleşmelerin yarattığı sorunlar nedeniyle yaşam kalitesi her gün biraz daha düşüyor.

            Çocuk ve kadın istismarı yüz kızartıcı boyutlara ulaşmış,acil çözüm bekliyor.

            Türkiye bir hukuk devleti olmaktan uzak,çoğu zaman ve çoğu alanda yasalar bile uygulanmıyor.İcranın ve İdarenin eylem ve işlemlerine keyfilik hakim.Parlamento ise kendi işlevine uygun faaliyet gösteremiyor.

            Cumhurbaşkanı Sayın Sezer’i istifaya zorlamak isteyenler ve ayıplayanlar,buna neden olarak Sayın Sezer’in hukuka ve anayasaya bağlılığını ileri sürüyor ve bir hukuk adamı gibi hareket etmesini gösteriyorlar.Hukuka bağlılık ve bir hukuk adamı gibi davranmak suçlama nedeni oluyor.İktidar bloğunun ve iktidar vitrininde yer alanların durumunu bundan daha veciz olarak açıklayabilecek başka bir örnek gösterilebilir mi?

            Ceza muhakemesi alanında ikili bir yapı sürdürülüyor.Ceza Muhakemeleri Kanununun çağdışı sayılan hükümleri değiştirildi.Çağa uygun değişiklik hükümleri hırsızlık,cinayet,rüşvet,irtikap gibi adi suçlara uygulanıyor.Çağdışı olduğu kabul edilen,evrensel hukuk normlarına ve Türkiye’nin imzaladığı uluslar arası sözleşmelere aykırı olduğu için değiştirilen eski hükümler,Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanındaki siyasi suçlara uygulanıyor.Adi suçlular,siyasilere göre daha imtiyazlı bir konumdadırlar.

            Bir dağ başında,silahlı bir militana ekmek veren bir köylü,işkenceyle adam öldürmeye sebebiyet veren bir güvenlik görevlisinden daha fazla cezaevinde kalıyor.

            İnfaz sistemi ise  siyasi tutuklu ve hükümlüler bakımından,cezadan beklenen amacın dışında farklı bir amaçla uygulanmak isteniyor. Tutuklu ve hükümlüyü “kişiliksizleştirmek”,  kişiliğini yok etmek için çalışılıyor.

Siyasi tutuklu ve hükümlüler,dünya ve ülke hakkında fikirleri olan insanlardır.Mevcut

düzene,toplumun genel menfaatlerine aykırı olduğu iddiasıyla başkaldırmışlardır.Bu fikirleri doğru ya da yanlış olabilir.Ama şunu kabul etmek gerekir ki,bunlar düşünen ve toplumsal yarar için özveride bulunan ve bulunmaya hazır olan insanlardır.Cezaevlerinde bunlara,kendilerini geliştirecek,geçmiş deneyimlerini ve fikirlerini soğukkanlı bir şekilde gözden geçirebilecek imkanlar verilmelidir.Bu,sadece onlar bakımından değil,Türkiye’nin menfaatleri bakımından da gereklidir.Onlar,ülkemizin fikir hayatına katkı sağlayabilir ve sorunların çözümüne yardımcı olabilirler.

            İnfazın amacı kişiliksizleştirmek değil,kişiliğin daha da geliştirilmesini sağlamak olmalıdır.Ama ne yazık ki iktidar bu anlayıştan uzak görünüyor.Genel bir afla hepsini salıverme yerine,F tipi cezaevleriyle bu politikayı daha etkin olarak uygulamaya çalışıyor.

            Türkiye,üyeliğe aday ülke olarak AB’nin bekleme odasındadır.AB’ye giriş için zorunlu olan Kopenhag siyasi kriterlerine uygun düzenlemeleri yapma ve AB’ye taahhütlerini yerine getirme kararlılığında görünmüyor.Yasalarında idam cezası bulunan bir ülkenin AB’de yer alamayacağı bilindiği halde,bu çağdışı cezanın kaldırılması için adım atılmıyor. Halkın % 80’i AB’ye girmek istediği için açıkça buna karşı çıkılmıyor.Fakat çeşitli yöntemlerle Türkiye’nin AB’ye girişi engellenmeye çalışılıyor. 

            Türkiye, BM,Avrupa Konseyi,AGİT gibi uluslar arası örgütlerin üyesi olarak imzaladığı sözleşmelerin çoğu hükümlerine uymuyor. 

            Bu tabloyu yaratan,iktidarların,bugüne dek değişmeden sürdürdükleri politikalardır.Katı merkeziyetçi bürokratik sistem,Sünni Müslüman ve Türk kimliği dışında,hiçbir kimliğin ifade edilmesine izin vermemiş ve farklı kimlikleri yok etmeye çalışmıştır.

            Bunun yarattığı sonuç ise onbinlerce ölü,yüzbinlerce yaralı,binlerce faili meçhul cinayet,binlerce tahrip edilen ve boşaltılan köy,göçe,yoksulluğa,sefalete mahkum edilen milyonlarca insan.Ve de yukarıda resmedilen tablo.

            Bütün bunların nedeni olarak PKK’nin son yıllardaki silahlı hareketi gösteriliyor.Fakat PKK’nin ortaya çıkışından önce de aynı sorunların yaşandığı unutuluyor.Bu tablonun oluşmasında iktidarların sorumluluğu ise tartışılmıyor.

            Şimdi iç barışın ve demokratikleşmenin önünde engel olarak gösterilen şiddet hareketlerine son verildi.PKK,demokratik düzenin bir unsuru olma iradesini açıkladı.

            Bu,Türkiye için,iç barışın,demokratikleşmenin ve kalkınmanın sağlanması için muhakkak kullanılması gereken önemli bir fırsat ve şans.Şimdiye kadar hiçbir ülkede,bu kadar etkili bir silahlı hareket,barış ve demokrasinin tesisi için,tek taraflı olarak savaş alanından çekilmemiştir.Bunun önemini ve değerini iyi takdir etmek gerekir.

            Oysa iktidar,buna,silahlı hareketin çıkışına neden olan politikaları aynen sürdürerek cevap veriyor.PKK’lileri ya yok etmek,ya da teslim alıp kişilikleri yok edilmiş birer itirafçı olarak aramıza salmak istiyor.Toplumsal ve hukuki güvenceler sağlayarak,kapsamlı bir genel afla onların aramıza katılmasını,toplumsal barışın sağlanmasını ve her alandan şiddetin dışlanmasını,ister görünmüyor.

            Toplumda çeşitli etnik,dinsel vd.. gruplar vardır.Bu farklı gruplardan birine olan aidiyet kimliği oluşturur.Türk,Kürt,Sünni,Alevi.. gibi. Bu nedenle de kimliklerimizi belirleyen aidiyetlerimizdir.Ait olduğumuz grubun kimliği tanınmadan,ferdi kimliğimizin tanındığını söylemenin hiçbir anlamı yoktur.Çünkü kimliği oluşturan,o grubun varlığı ve bizim o gruba olan aidiyetimizdir.

            Son zamanlarda,Batı’nın baskısıyla,kimlik sorununu çözme zorunluluğunu duyan iktidar,”ferdi kimlik” gibi garip,”anayasal vatandaşlık” gibi sınırları belirsiz kavramlar ortaya atarak durumu kurtarmaya çalışıyor.Oysa kimliği,grup kimliğini tanımadan ve grup aidiyetinden soyutlayarak kabul etmenin hiçbir anlamı yoktur ve bu çare değildir.

            Türkiye’de iç barışı sağlamanın ve demokratikleşmenin önündeki engelleri kaldırmanın ilk şartı farklı kimliklerin kabulüdür.Ancak,şoven milliyetçi tavırlarıyla tanınan hükümet ortağı iki parti ve kararlarda belirleyici olan asker-sivil bürokrasi,farklı kimlikleri tanıma niyetinde görünmüyorlar.MHP daha da ileri giderek toplumu kendi milliyetçi ideolojisine uygun olarak şekillendirmek için,devlette kadrolaşmayı sürdürüyor ve devlet mekanizmasını ele geçirmeye çalışıyor.

           

            T ü r k i y e  b u  d u r u m a   n a s ı l    g e l d i ?

            Türkiye Cumhuriyeti asker-sivil bürokrasi tarafından ulus-devlet olarak kuruldu.Tek dile,tek kültüre.. dayalı bu modeli oluşturmak için asimilasyon politikaları uygulandı. Anayurtları Türkiye dışında olan Arnavut,Boşnak,Çerkez … gibi etnik unsurlar asimile olmayı kabul ettiler.Hatta Türk’ten fazla Türk olarak devlet yönetiminde de etkili oldular.

            Binlerce yıldır aynı topraklarda yaşayan ve büyük bir nüfus sayısına,oranına ve yoğunluğuna sahip Kürtler ise asimilasyon politikasına direndiler.Onlar,etnik kimliklerini korumak ve geliştirmek istiyorlardı.Devlete egemen güç ise bu kimliği yok etmeye çalışıyordu.

            Devlete egemen güç,asimilasyon politikasını uygulamakta,Kürtler ise buna direnmekte ısrar edince,bölge kanlı çatışmalara sahne oldu.Yüzbinlerce insan öldü ve yaralandı.Bölge ve buna bağlı olarak Türkiye,sahip olduğu ekonomik,sosyal ve kültürel potansiyelini kullanamadı,geri kaldı.

            1960 sonrası gelişen demokratikleşme hareketi,devlete egemen gücü endişelendirdi. Bunu önlemek için provokasyonlara girişildi.1980’lere doğru ise bu provokasyonlar Güneydoğu’da yoğunlaştı.İnsanlar  çırılçıplak,köy meydanlarında,çoluk çocuklarının gözleri önünde dövüldü.İşkenceler,baskılar,tutuklamalar yoğunlaştı.Askeri darbeler birbirini izledi. Bölge,hiçbir insan hak ve hürriyetinin olmadığı keyfi bir baskı rejimiyle yönetildi.

            Bu,yeni bir isyana,bir Kürt isyanına ortam hazırlama girişimiydi.Nitekim çok geçmeden de gençler silah alıp dağa çıktılar.

            “Namlunun ucuyla konuşmaktan başka çareniz ve seçeneğiniz yoktur” der gibi,Kürt sorununun çözümü için legal alanda mücadele etmek isteyen,barıştan ve demokrasiden yana olanlar da susturuldu ve legal faaliyet alanı kapatıldı.

            15 yıllık savaşın Türkiye’ye maliyeti,30 bini aşkın ölüyle,100-150 milyar dolarla ifade ediliyor.Oysa bütün bunları aşan bir başka yönü üzerinde,toplumun bugün geldiği noktadaki çürümüşlüğü üzerinde fazla durulmuyor.

            Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaket iç savaştır.Farklı etnik gruplardan komşuyu komşuya,eşleri birbirine düşman eden böyle bir olgu,bütün insani değerleri yok eder,kişileri ve toplumu insani özünden koparır.

            Savaş,devleti ve kurumları içine kapanmaya iter.İçine kapanan kurumlar denetlenemez olurlar.Denetimden uzak kurum,kendi içinde yolsuzluklar üretir.Dışarıdan kurduğu ilişkilerle mafyalaşma süreci başlar.Mafya grupları oluşur.Bunlar devlet mekanizmasını da etkilerler.Devlet mekanizmasının içindeki işbirlikçileriyle birlikte bir soygun ve talan düzeni oluştururlar.

            Böyle bir düzende,her türlü yaratıcılık ve üretim durur.Ekonomi geriler,eğitim düzeyi düşer ve kültür yozlaşır.Hem toplum ve hem de o topluma mensup insanlar,dünyanın gözünde saygınlıklarını ve itibarlarını yitirirler.Dışarıda,pasaportlarının ağırlığı altında ezilirler.

            Ne yazık ki Türkiye’nin geldiği nokta budur.Sorunlar belli,bunları çözmek gerekiyor.

            Ama nasıl? Hangi güçle,hangi yöntemlerle ve hangi araçlarla?

 

            İ k t i d a r   o l g u s u

            Sorunların temelinde iktidar olgusu var.Küreselleşme çağında,halen ulus-devlet kalıplarına ve kavramlarına sıkı sıkıya bağlı katı merkeziyetçi bürokratik bir iktidar Türkiye’yi yönetiyor.Dünyanın bir köye dönüşmeye başladığı çağımızda, dışa açılmayı engelliyor.Kimliklerin kendilerini serbestçe ifade edip gelişme imkanlarını bulduğu bu dönemde, farklı kimlikleri yok etmeye çalışıyor. “İç düşman” yaratmadaki yetenek ve deneyimiyle,ülkemizi bir savaş alanına çeviriyor.Üretmeyen,ama müsrif bir devlet mekanizması,adaletsiz bir gelir dağılımı ve büyümeyen bir ekonomi bu iktidarın eseridir.Bilgi çağında,1930’ların,40’ların insanını yaratmaya çalışan bir eğitim sistemini uygulayan,çok kültürlülüğe karşı çıkıp,egemen kültürün de yozlaşmasına sebebiyet veren,hukuku sindiremeyen bu iktidardır.

            Özetle bu iktidar,yapısıyla,ülkeyi yönetme anlayışıyla ve benimsediği değerlerle çağın gerisinde kalmıştır.Ülkeyi çağın gereklerine uygun olarak yönetememektedir.Türkiye böyle bir iktidara layık değildir.Bu,değişmelidir.

            Ama nasıl?

            Toplumların,ihtiyaçlarını karşılayacak bir düzenin sürdürülebilmesi için iktidar gücüne ihtiyaçları vardır.Bu,totaliter,teokratik veya demokratik olabilir.Ama hangi nitelikte olursa olsun,iktidarlar bir ihtiyacı karşılıyor.

            Bir iktidarı yıkarsanız,onun yerine bir başka iktidarı yerleştirmeniz gerekir.Yoksa toplumda kaos doğar.Bu,en kötüsüdür.Zaten iktidar boşluğu uzun süreli de olmaz.Bu boşluk bir başka güç tarafından doldurulur.Ama bu, eski iktidar dönemini de aratan,yeni bir düzen anlayışını getirebilir.

            Bu nedenle,bir iktidar alternatifinin oluşmasını amaçlamayan,sadece iktidarı yıkmaya yönelik çabalardan olumlu sonuçlara varmak mümkün değildir.O zaman,bir iktidar alternatifinin nasıl oluşturulabileceğini iyi tespit etmemiz gerekir.

            İktidarlara yönelik eleştiriler,genellikle tepkiseldir.Tepki hareketleri,ancak siyasal bir hareketin programı çerçevesinde değerlendirilirse yararlı olabilir.Yalnız başına tepkisel hareketler,iktidar veya başka bir güç tarafından,kendi amaçları doğrultusunda kullanılabilir.Kişi ve örgütler,farkında olmadan,amaçlarına ve anlayışlarına aykırı güçler tarafından kullanılma durumuna düşebilirler.

            İktidar alternatifini oluşturmak,yukarıda sözü edilen tepkisel muhalefet hareketlerinden farklıdır.Bu,olumluluğu ifade eder.Ülke yönetimine talip olmayı,yönetme yeteneğine ve araçlarına sahip olmayı gerektirir.

            “Bu iktidar ülkeyi yönetemiyor.Ancak,biz bu ülkeyi yönetiriz.Bunun için gerçekçi ve uygulanabilir çözümler içeren programımız,projelerimiz vardır.Bunları uygulayabilecek bilgiye,deneyime ve yeteneğe sahip inançlı kadrolarımız ve de büyük bir halk desteğimiz mevcuttur” diyebilen,her alanda yan kuruluşlara ve örgütlü halk desteğine sahip olan kararlı bir siyasi partiyle bu sağlanabilir.

            Bunu söylemek gerekiyor.Ama bu yetmiyor.Programın,projelerin,sorunlara çözüm önerilerinin,üretilen politikaların açıklanması,geniş platformlarda tartışılması ve büyük halk kitlelerince de kabul edilip benimsenmesi gerekir.Bu da ciddi ve bilimsel bir çalışma,araştırma ve inceleme sonucunda ortaya çıkar.

            Ayrıca,bunları uygulama yeteneğine sahip kadroların olması ve bu kadroların da başarılı yönetim örnekleriyle birlikte anılır olması gerekir.Özellikle,yerel yönetimlerde.

            Bütün bu açıklamalardan sonra,”HADEP Genel Kurulu ne yapmalıdır?” sorusuna,daha kolay yanıt verilebilir.

 

            HADEP  G e n e l  K u r u l u   n e   y a p m a l ı d ı r ?

            HADEP Siyasi Partiler Kanununa göre kurulduğu için,Genel Kurul,yasaların koyduğu sınırlar içinde kararlar almak durumundadır.Örneğin,”Kürt Halkı” kavramını kullanmak partilerin kapatılma nedenidir.Yasak kavramları kullanamazsınız.Ama iyi formüle edildiği takdirde,yasak kavramlar kullanılmadan da her fikri ifade etmek mümkündür.

            HADEP,yasalar yasakladığı için değil,tabanının özlem ve taleplerine uygun hareket ettiği ve de gerçekçi olduğu için Türkiye’nin bütünlüğünü savunmakta ve sorunlara Türkiye’nin bütünlüğü içinde çözüm aramaktadır.

            Yani yasallık ve Türkiye’nin bütünlüğünü savunmak konusunda kimsenin tereddüdü olmamalıdır.Kuşkusuz,Genel Kurul Kararları bu çerçevede oluşturulacaktır.

            HADEP Genel Kurulu,bütün bu sorunların çözümünün,mevcut merkeziyetçi bürokratik iktidarla mümkün olamayacağını,kendisinin oluşturduğu veya kendisinin de katıldığı sivil ve demokratik bir iktidarla mümkün olacağını açıklamalı ve bunu vurgulamalıdır.

            Genel Kurul,açıkça,tereddütsüz ve kesin bir kararlılıkla iktidara talip olmalıdır.

            “Bu ülke bizim.Edirne’den Van’a,Sinop’tan Mersin’e,bu ülkenin her karış toprağında bizim emeğimiz,bizim alın terimiz var.Bu ülkenin sahibi bizleriz.Üretmeden sadece çalan,kişisel çıkarları için ülkenin doğasını ve bütün maddi değerlerini yağmalayan,insani değerlerden ve çağın güzelliklerinden yoksun olan bir küçük azınlığın etkinliğine son vereceğiz.Birbirimizin kimliğine saygılı olarak,eşitliğe,sevgiye dayalı,insanların çağdışı kurumların etkisinden ve şartlanmalardan kurtulduğu,paylaşmanın hakça olduğu,bilimin rehberliğinde ve bilgi çağının gereklerine uygun,üretken,adil bir düzen kuracağız.Bunda kararlıyız ve muhakkak başaracağız.” demelidir.Hem de yüksek sesle ve vurgulayarak.

            Bu,bir seferberliği gerektirir.Bütün kadroların,araçların ve kaynakların bu hedef için seferber edilmesini, Parti’nin bu amaca kilitlenmesini gerektirir.Ancak bundan sonradır ki, alınacak kararlar,sorunlara getirilecek çözümler bir anlam kazanır.

            Genel Kurul kararlarında, Parti’nin dünyaya açılma iradesinin açıklanması ve bunun gerçekleşmesini sağlayacak yöntem ve araçların belirlenmesi gerekir.

            Yukarıda açıklanan Türkiye tablosu iç karartıcıdır.Bu,kötümser oluşumuzdan değil, gerçeği olduğu gibi ifade edişimizden kaynaklanıyor.

            Bu tablonun değişmesi lazım.

            Büyüyen bir ekonomi,sınıflar ve bölgeler arası adil bir gelir dağılımı,sosyal adaletin ve sosyal güvenliğin olduğu bir refah toplumu,devletin ve toplumun şiddetten arındırılması,hukuk devletinin oluşturulması,çalışanların çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi,kadınların ve çocukların sömürülmesine son verilmesi,İnsan hakları, azınlık hakları,ekonomik ve sosyal haklarla ilgili olarak devletin imzaladığı uluslar arası sözleşme hükümlerinin uygulanması AB.ye giriş ve Kopenhag siyasi kriterlerine uygun düzenlemelerin yapılması,sağlık,eğitim,kültür,çevre ve diğer konularda,HADEP Genel Kurulu doğru tespitler yapıp çözüm önerileri sunmalıdır.

            Ancak bunu,önümüzdeki kısa dönemde ayrıntılı olarak hazırlamak mümkün değildir.Genel Kurul,bütün bu konularda genel ilkeleri ortaya koyup,oluşturacağı çalışma gruplarını,gerçekçi ve uygulanabilir çözümler üretmek,politikalar tespit etmekle görevlendirebilir.

            Ancak,en önemli sorun olan Kürt sorunu hakkında Genel Kurul görüşünü ve tavrını açıkça ortaya koymalıdır.

            Kürt sorununun bütün sorunlara bir önceliği vardır.Çünkü bu sorunların hepsi,şu veya bu şekilde,iktidarların bu soruna yaklaşımından kaynaklanmış,uyguladıkları politikaların sonuçları olarak ortaya çıkmıştır.Soruna,çağdaş gelişmelere uygun,barışçı ve demokratik bir çözüm bulunmadıkça,diğer sorunların çözümü de mümkün olmayacaktır.

            Sorunun çözümü için “demokrasi” reçetesi verenlerin sayısı çok fazla.Fakat ya ayrıntıya girilmiyor,ya da ayrıntı belirsiz kavramlarla ifade edilip “demokrasi” kavramı anlaşılmaz hale geliyor ve asıl anlamından saptırılıyor.Oysa bunun netleşmesi,demokrasi kavramını teşkil eden unsurların farklı yorumlara imkan vermeyecek kesinlikte tanımlanması gerekir.

            Demokrasinin iki temel unsuru vardır.Çoğulculuk ve katılımcılık.

            Kısaca tanımlamak gerekirse,

            Çoğulculuk,toplumdaki etnik,dinsel,kültürel… bütün grupların kimliklerinin tanınması ve kimliklerini geliştirme imkanlarının sağlanmasıdır.

            Katılımcılık ise,bütün vatandaşların,fert olarak,ya da grup aidiyetleriyle,kendileriyle ilgili kararlarda söz sahibi olmaları ve yönetime katılabilmeleridir.

            Türkiye pratiğinde,demokrasinin bu iki temel unsurunun anlamı,Kürt kimliğinin kabulü ve ademi merkeziyetçi sistemin uygulanmasıdır.

            Şu gerçek net olarak bilinmelidir.Bu iki unsurun olduğu yerde demokrasi vardır.Olmadığı yerde demokrasi yoktur.

            Kimlik,grup kimliğidir.Çünkü gruplara aidiyetler,kimlikleri meydana getirirler.Grup aidiyetlerinden soyutlanmış kimlik olmaz.

            Ademi merkeziyetçilik ise,Edirnelilerin,Diyarbakırlıların,Adana ya da Trabzonluların yerelde kendilerini yönettiği ve merkezi iktidara da ortak olduğu bir yönetim sistemidir.

            Bu da net olarak bilinmelidir.Bürokratik merkeziyetçi bir sistemin demokrasi ile ilgisi yoktur.Demokrasi, ancak ademi merkeziyetçi bir sistemle oluşturulabilir.

            Kürtçe TV yayınına,özel eğitime izin vermek,kimlik sorununu çözmez.Pratikte de fazla önemli değildir.Çünkü bunlar,devletlerin yasaklamasına rağmen,bugünkü teknolojiyle, sınır ötesinden de yapılabiliyor. 

            Kimliğin tanınması,bütün kimlik özelliklerinin yaşam alanı bulmasıdır.Ve bu çok kültürlü bir yapının oluşması,ülke bütünlüğünün daha sağlam temellere oturması sonucunu yaratır.

            Ademi merkeziyetçiliğin de yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması projesiyle karıştırılmaması gerekir.Ademi merkeziyetçilik,merkezi iktidarın denetiminde olmakla beraber “yerel iktidar” olgusunun yaratılmasıdır.

            HADEP Genel Kurulu net bir tavır almalı.Sistem partilerinden farklı olan görüşlerini, ve çözüm önerilerini kamuoyuna açıklamalıdır.

 

            “K ü r t”   i m a j ı

            Siyasi partilerin imajı önemlidir.İmaj,programların,tanıtım faaliyetlerinin kamuoyunca değerlendirilmelerini ve halk desteğinin sağlanmasını,olumlu ya da olumsuz olarak etkiler.

            Bir partinin imajını,kendisi mi,yoksa dışındakiler mi oluşturur?

            Kuşkusuz,parti programının,açıklamalarının,faaliyetlerinin ve tabanının bunda payı vardır.Ama baskın olan,belirleyici olan kendi dışındaki unsurlardır.FP.nin islamcı,CHP.nin Atatürkçü,MHP.nin milliyetçi imajı gibi HADEP.in de Kürt imajı adeta toplumsal kabul görmüştür.Kamuoyu onları böyle değerlendirdiği için,kendi iradeleri dışında,bu imaj oluşmaktadır.

            HADEP ile ilgili “Kürt” imajının oluşmasında,tabanında Kürtlerin yoğun oluşu,Kürt sorununa öncelik vermesi önemli etkenlerdir.Kadro sorunundan kaynaklanan nedenlerle,Türkiye’nin bütün sorunlarına sahip çıkmada yetersiz kalması  bu imajı güçlendirmiştir.

            Tek tipliliği dayatan düzenin ideolojisine karşıt olarak,çok kültürlü bir toplum gerçeğini hatırlatan bu imaj,düzenin egemenlerini rahatsız edebilir.Ama HADEP’i rahatsız etmemeli ve HADEP bundan çekinmemelidir.

            Sorumluluğunun bilincinde olarak,ırk,dil,din,mezhep ve kültür farkı gözetmeksizin, Türkiye’nin ve bütün Türkiyelilerin sorunlarına sahip çıkarak,insani bir anlayışla,gerçekçi ve uygulanabilir çözümler üreterek bu imaja olumlu anlamlar kazandırabilir ve her yerde,her alanda kendisinden saygıyla söz ettirebilir.HADEP’in başarıları,düzenin tek tipliliğe dayalı totaliter ideolojisinin de iflasına yol açar.

            Öyle görülüyor ki,önümüzdeki dönemde,HADEP’in “Kürt” imajı daha çok kuvvetlenecektir.Bu,Parti’nin bu imajı daha çok güçlendirme isteğinden değil,medyanın,düzen partilerinin,şoven milliyetçi çevrelerin, kamuoyunu,Öcalan,PKK ve Kürtler konusunda şartlandırmasından,bunlarla ilgili sorunları duygusal alana taşıyıp bezirganlığını yapmalarından kaynaklanıyor.Böyle bir ortamda,bilimsel ve mantıklı her açıklama ve her çözüm önerisi büyük bir tepkiyle karşılanıyor,”Kürtçülük”,”bölücülük”,hatta “vatana ihanet” ile suçlanıyor.Bu toz duman içinde,gerçekleri anlatmak,Türk Halkına ulaşmak güçleşiyor.

            HADEP,demagogların,şoven milliyetçilerin ve siyaset bezirganlarının şamatasına kulak asmamalı.Türkiye’nin,Türk Halkının ve bütün Türkiyelilerin yararına olacak siyaset gerçeklerini ifade etmekten ve çözümler önermekten geri kalmamalıdır.

            Bu sorunlardan biri,Öcalan hakkında verilen idam kararının infazıyla ilgilidir.

            Öcalan’ın ABD tarafından yakalanıp Türkiye’ye tesliminden sonra,Öcalan ve PKK’nin açıklamaları ve kararları,ülkede iç barışa ve demokratikleşmeye kapıları açan yeni bir dönem başlattı.

            Bu olay,toplumun kendisini sorgulamasına vesile teşkil etmeliydi.Büyük bir yarar sağlayacaktı.Ama olmadı.

            Verilen idam cezasının infazı için,bazı şoven milliyetçi gruplarla,bundan siyasi rant elde etmek isteyen politik çevreler,halkın duygularını istismar ederek,kin,nefret ve intikam duygularını topluma egemen kılmak istiyorlar.

            Oysa ülkemizin her zamankinden fazla iç barışa,istikrara ve huzura,halkımızın her zamankinden fazla karşılıklı sevgiye,saygıya ve dayanışmaya ihtiyacı vardır.Toplumumuz, kin,nefret ve intikam duygularından arındırılmalıdır.Bu,hepimiz için yaşamsal bir sorundur.

            İdamın,hukuki ve ahlaki bakımdan çağdışı bir ceza olduğu ve artık uygar ülkelerin yasalarında bulunmadığını herkes bildiği için bu yönü üzerinde durmuyoruz.

            Öcalan’ın kişiliğinden kaynaklanan toplumsal barış ile ilgili yönü,Türkiye için yaşamsal önemdedir.

            Öcalan’ı herkes farklı değerlendirip,hakkında farklı sıfatlar kullanabilir.Bu,ayrı bir konudur.

            Ama ortada,iyi ya da kötü değerlendirmelerin dışında,herkesin kabul ettiği bir gerçek vardır.

            Bugün,dünyada hiçbir hareketin lideri için insanlar kendilerini yakmazlar.Oysa Öcalan için birçok kişi kendini yaktı.Bu dile kolay.İnsanların,kendi kişiliklerine karşı uyguladıkları uç noktada bir şiddet.Böyle bir inanç ve bağlılık her türlü şiddetin davetçisidir.

            Bunu,aklı başında hiç kimse onaylayamaz.Ama insanı dehşete düşüren,ürperten ve toplumun geleceği bakımından endişeye sevk eden bu olaylar birer gerçek.

            Yarın Öcalan’ın cezasının infaz edildiğini farz edelim.Bu hem,bugün savaş alanından çekilen PKK’nin tutumunu etkileyebilir,hem de kendisini yakmaya hazır fanatik insanlar ve gruplar,PKK’nin de denetiminin dışına çıkarak,büyük bir şiddet dalgasını yaratarak toplumsal yıkıma yol açabilirler.

            İdam cezasının infazı konusu ,Öcalan’ın kişiliğini aşarak ülkemizin iç barışı ve huzuruyla ilgili önemli bir sorun haline gelmiştir.

            Türkiye’nin eskisinden de kötü bir şiddet dalgasının içine düşmemesi,önceki dönemden geriye kalan maddi ve manevi varlığını da yitirmemesi,kardeş kanının akmaması, çocuklarımızın geleceklerinin kararmaması ve Türkiye’nin gelişmiş ülkeler arasında yer alabilmesi için idam cezasının kaldırılması gerekir.

            Diğer önemli sorun ise cezaevlerindeki siyasi tutuklu ve hükümlülerle,dağlardaki ve yurt dışındaki PKK militanlarının durumudur.

            Bunlarla ilgili iki özellik göz ardı edilmemelidir.

            Öncelikle,bu gençler ülkemizin çocukları,bizim çocuklarımızdır.Bunlar düşman değil,toplumumuzun en dinamik,en aktif unsurları,kopması mümkün olmayan bir parçası ve de geleceğidir.Bunları,kurda kuşa yem ettirmememiz,topluma kazandırmamız gerekir.

            Onlar,haksız ve adaletsiz olduğunu ileri sürdükleri bu düzene,onun bütün kurumlarına,hatta abileri ve babaları olan bizlere de isyan ettiler.

            Bu,doğru ya da yanlış olabilir.Ama biz de kendi sorumluluk payımızı hiç tartışmadık. Sadece onlar itham edildi,yargılandı ve suçlu bulundu.

            Bu suçluluk değerlendirmesi de ceza kanunlarının sınırları içine hapsedildi.

            5-10,hatta yüzlerce kişi birlikte suç işleyebilirler.Suçun tanımı ve verilecek ceza bellidir.Mahkemeler sanıkları yargılayıp karar verirler.

            Ama bir olaya binlerce,onbinlerce kişi katılmış ve hareketleri milyonlarca insanın desteğini sağlamışsa,ortada ceza kanunlarına göre değil,siyaset biliminin kurallarına göre değerlendirilecek ve siyaset araçlarıyla çözülebilecek bir olay vardır.Olay siyasidir.Sorunu da siyaset çözecektir.

            İç barışı ve demokratikleşmeyi sağlayacak siyaset araçları kullanılmaz,olay ceza kanunu çerçevesinde bir suç ve ceza olayı gibi görülürse,Türkiye bugün düştüğü çıkmazdan kurtulamaz.Bu,Türkiye’yi soyan bir avuç mafya babası,işadamı ve siyaset bezirganının dışında,herkese büyük zarar verir ve topluma felaket getirir.

            HADEP Genel Kurulu,Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve kalkınmasının önünde büyük engel teşkil eden bu sorunlar hakkındaki görüşlerini ve çözüm önerilerini kamuoyuna açıklamalıdır.

            Bu,bütün siyasi partilerin ve siyasi kurumların görevidir.Görünen o ki,bunların hiçbiri bu dikenli sorunların üzerine gitmeyecektir.Görev “Kürt Memet”e düşecektir.HADEP Genel Kurulu bu görevi yerine getirmelidir.

            Ancak,medya ve bazı çevrelerin olumsuz tavrı yanında,alınacak kararların,yapılacak açıklamaların formülasyonu,siyasi partiler kanunu bakımından sorun yaratabilir.

            Siyasi Partiler Kanununun yorumu iki türlü olabilir.Kanunu lafzıyla dar anlamda yorumlamak.Ya da hukukun genel kurallarına,uluslar arası sözleşme hükümlerine ve demokratik hayatın icaplarına göre yapılan geniş yorum.Bunu,yasal yorum,hukuki yorum olarak da tanımlamak mümkündür.

            HADEP yasal bir parti olarak,elbette ki yasalara aykırı hareket etmeyecektir.Ama yasaların,hukuka uygun olmayan sübjektif yorumlarına kendini bağlı sayarak hareket alanını da daraltmamalıdır.HADEP,kararlarında,açıklamalarında ve faaliyetlerinde,yasaların hukuka uygun objektif yorumunu dikkate almalı ve bu çerçeve içinde hareket etmelidir.

            Bu,yasaların dar yorumuna göre değerlendirme yapan bazı yasa uygulayıcılarının görüşleriyle çelişebilir.Bu,bir risk yaratabilir.HADEP bunu göze almalıdır.

            Aslolan hukuktur ve yasaların hukuka uygun yorumudur.Bunda tereddüt edilmemelidir.

            Bütün bunlar HADEP’in iradesi dışında,medya ve bazı çevrelerin toplumda yarattığı şoven milliyetçi ortamda “Kürt” imajını daha da güçlendirecektir.Ama HADEP Genel Kurulu bundan çekinmemeli,Türkiye’nin yararına olan kararları almalıdır.

            Mevcut düzeni değiştirmek için iktidara talip olan bir siyasi partinin yönetici kadroları,moral değerlere,siyasi etike bağlılık,yeterli bilgi ve deneyim birikimine sahip olmanın yanında,gerektiğinde olayların üzerine cesaretle gidebilmelidirler.

 

            K a d r o    s o r u n u

            Kararlar,soyut kurallardır.Onları uygulayanların anlayışlarına ve yeteneklerine göre bir anlam kazanırlar.Bu nedenle seçilecek yönetici kadroların büyük önemi vardır.HADEP, olumlu ya da olumsuz,alınacak kararlara ve seçilecek yönetici kadrolara göre şekillenecektir.

            Partiyi yöneteceklerin,çağın gelişmelerini kavrayan,ülke sorunlarını bilen ve bunlara çözüm üretebilecek bilgiye,deneyime ve düşünme yeteneğine sahip kişiler olması gerekir.

            Yalnız başına bu özellikler yetmiyor.Bu kişiler,moral değerlere bağlı,insani değerlere bağlı ve sistemin ayartıcı ahlaksız tekliflerine karşı direnecek güçte olmalıdırlar.

            HADEP,bilgili ve deneyimli yeterli kadrolara sahip olamamaktan yakınıyor.Bazı aydınlar,teselli olarak,düzen partilerinin de aynı durumda olduğunu ve bunun önemli bir sorun olmadığını ileri sürüyorlar.

            Düzen partilerinin benzer durumda oldukları bir gerçek.Ama bunun HADEP bakımından önemli bir sorun olmadığı iddiası yanlıştır.

            Düzen partilerinin,demokrasi vitrininde yer almak ve rantları paylaşmak dışında önemli bir amaçları yoktur.Devlet mekanizmalarının her kesiminde,üniversitelerde,ekonomik, sosyal ve kültürel kurumlarda yer alan kurulu düzenin kadroları,aynı ideolojiyi ve yönetim anlayışını paylaştıkları siyasi partilerin kadro ihtiyacını karşılıyorlar.Düzen partilerinin,fikir ve politika üretmek ve kendi kadrolarını yetiştirmek gibi bir kaygıları ve zorunlulukları yoktur.Zaten kendi kadrolarıyla devleti yönetme girişimleri,gerçek iktidar tarafından tepkiyle karşılanıyor.

            HADEP’in durumu ise farklıdır.O,bu düzeni değiştirmek için iktidara taliptir.Hukuka ve demokratik kurallara uygun olarak iktidara geldiği ya da iktidara ortak olduğu zaman,mevcut düzenin değişmesini ,yeni düzenin kurulmasını ve sürdürülmesini sağlayacak kadrolara ihtiyacı olacaktır.Bu kadroları hazır bulamaz.Kendisi bulmak ve yetiştirmek zorundadır.Bu hazırlığın önceden yapılmış olması gerekir.Parti’nin başarılı olup olmaması buna bağlıdır.

            Kaldı ki,bu sadece iktidarda değil,HADEP’in iktidar alternatifi olabilmesi için,muhalefette de gereklidir.

            Kadrolarda iki önemli özellik aranacaktır.

            Bunlardan biri,moral değerlere bağlılıktır.Hayatı yanlışlarla dolu ve halen o yanlışları sürdüren veya maddi değerlere öncelik veren insanları,belli bir yaştan sonra değiştirmek güçtür.Kuşkusuz bunları tamamen dışlayamazsınız.Ama bunlara yatırım yapmak,zaman ve kaynak israfı olur.

            İkinci özellik,yeterli bilgi ve deneyime sahip olmaktır.HADEP kadroları bu eksikliği duyuyorlar.Bunu gidermek güç değildir.Parti içi eğitimle bu eksiklik giderilebilir ve Parti, ihtiyacı olan yetişmiş ehliyetli kadrolara sahip olabilir.

            Genel eğitim ve kültür alt yapısına sahip,fakat siyaset bilgisi ve kültürüne yabancı,deneyimsiz,HADEP üyesi ve sempatizanı olan büyük bir genç kitle vardır.Bütün partililere verilecek genel eğitim yanında,bu kitle için özel bir eğitim programı uygulanmalıdır.Bunlara,genel siyaset bilgisi ve kültürünü kazandırmak,çalışma yöntemlerini öğretmek,parti faaliyetlerinde görevlendirerek deneyimlerini artırmak ve ayrıca özel dallarda ve alanlarda uzmanlaşmalarını sağlamak gerekir.

            Eğitim programının başarı şansı,öncelikle,öğretim kadrosunun düzeyine ve niteliğine bağlıdır.Parti,kendi içindeki kadrolarla böyle bir eğitim programını uygulamaya kalkarsa, kesinlikle başarısız olur.Eğitim faaliyeti marjinal unsurların denetimine girerse,hareket bundan büyük zarar görür.

            Hiçbir örgüt,kendi düzeyini aşan bir öğretim kadrosuna sahip değildir.Eğitim de örgütün ve örgüt üyelerinin düzeylerini yükseltmek,kendilerini aşmalarını sağlamak için yapılır.Bu nedenle,öğretim kadrosunun,dışarıdan ve özellikle kendi uzmanlık dallarında yeterlilikleri olan üniversite öğretim üyelerinden temin edilmesine çalışılır.

            Üniversitelerdeki birçok demokrat öğretim üyesinin,bu konuda HADEP’e yardımcı olmak istediği bilinmektedir.Ancak bunun sağlanması HADEP’in yaklaşımına ve kuracağı ilişkilere bağlıdır.

            Eğitim programının, çağdaş anlayışa uygun ve her alandaki ihtiyaçları karşılayacak nitelikte olması gerekir.Dar ideolojik kalıplardan ve birtakım hazır bilgileri aktarmaktan uzak, slogancı olmayan,bilgi iletişim teknolojilerini iyi kullanmayı,bilgiye ulaşma yöntemlerini ve düşünmeyi öğreten bir eğitim sistemi olmalıdır.

            Halk desteğine sahip siyasi partilerin resmi kuruluş tarihleri yeni de olsa,bunların çoğunluğu,Cumhuriyet döneminden önceye dayanan siyasi mücadele ve geleneklerin devamıdır.CHP ve FP gibi.

            Bu devamlılığı sağlayan,tarihi bilincin,geleneğin ve toplumsal hafızanın taşıyıcısı olan

kadrolardır.

            Büyümek ve gelişmek isteyen her siyasi hareket dışa açılmak ve bünyesine yeni unsurları almak zorundadır.Ancak hareket,bilincin,geleneğin taşıyıcısı ve tarihsel planda toplumsal hafızaya sahip kadroları dışlar,bu özelliklerden yoksun yeni unsurlara teslim olursa,o hareket devamlılığını,kişiliğini ve gücünü kaybeder.Gelecek,geçmişin üzerine kurulur.Geçmişini inkar eden veya ondan kopan bir hareketin geleceği olmaz.

            HADEP Genel Kurulu kadroların seçiminde,yüzyılı aşan bir tarihsel bilincin,oluşan geleneğin ve toplumsal hafızanın Parti’de temsiline önem vermek durumundadır.

            Barışı,demokrasiyi,sosyal adaletin ve sosyal güvenliğin olduğu bir refah toplumunu isteyen herkes,HADEP’in bu kongreden,kendisinden beklenen işlevi yerine getirebilecek güçlü bir yapılanmayla çıkmasını istiyor ve başarılı olmasını temenni ediyor.

         10.2000                                           Mehmet Ali ASLAN