S a n a y i l e ş m i ş K a p i t a l i s t Ü l k e l e r d e :
Yeterli sömürgesi bulunmayan sanayileşmiş ülkelerdeki burjuva sınıfı, dünya pazarlarındaki egemenliğini sağlamak için devleti emperyalist bir dış politika takibine zorlar. Bu da ancak bütün milli kuvvetlerin savaş gereklerine uygun olarak hazırlandığı ve devlet kuvvetinin bütün imkanlarıyla burjuvazinin emrinde bulunmasıyla etkili olarak uygulanabilir. Böyle bir uygulamanın ortamı ise demokratik rejim olamaz.
Savaş ekonomisine geçişin kapitalistler bakımından bir başka faydalı yanı da ekonomik hayattaki durgunluğu gidermesidir.
Dünya pazarlarında mücadele eden kapitalistler, rakipleri karşısında tutunmak için maliyetleri düşürmek zorundadırlar. Maliyetleri düşürmek de -diğer unsurların yanında- işçi ücretlerinin indirilmesine veya iş saatlerinin artırılmasına bağlıdır. Oysa işçiler, iş gününün sınırlandırılmasını ve ücretlerinin artırılmasını kanlı mücadeleler sonunda elde etmişlerdir. Sendikalar ve İşçi Partileri yoluyla burjuva sınıfının karşısında büyük bir kuvvet olarak yer almışlardır. Demokratik rejim kuvvetlerin muvazenesine dayandığı için işçilerin taleplerinin de kuvvetleri ölçüsünde yerine getirilmesi zorunluluğu vardır. İş saatleri azalma ve ücretler artma yönünde hareket eder. Bu ise maliyetleri düşürmek için çalışan kapitalistin varmak istediği amacın karşısındadır. Onun rekabet imkanlarını güçleştiren bir durumdur.
İşte, burjuvazi, demokratik rejimde işçilere vermek zorunda kaldığı tavizlerden kurtulmak ve işçi sınıfını daha çok sömürmek için devlet iktidarına yalnız başına hakim olmak ister.
Kapitalizm istismar esasına dayanır. İstismar edilen, ezilen halk, gittikçe sınıf bilincine erer.; teşkilatlanarak ekonomik ve siyasi alanlarda burjuvaziye karşı mücadele eder. Bu mücadele başarılı bir yönde gelişir. Sosyalist hareketin kuvvetlenmesi ve iktidara doğru hızla yürümesi, kapitalist sınıfın varlığını tehlikeye sokar. Sosyalist hareketin gelişmesi demokratik rejim içinde önlenemez. Bütün gücünü ortaya koyan burjuvazi devlet iktidarını tekeline alarak kuvvet yoluyla bu hareketi ezmeye, boğmaya çalışır.
Burjuvazi, demokratik rejimde yine egemen olmakla beraber, diğer sınıfların taleplerine kuvvetleri ölçüsünde uymak ve iktidarı bir ölçüde onlarla paylaşmak zorundadır. Oysa büyük mali sermaye, emperyalist bir dış politika gütmek, halk kitlelerine verdiği tavizlerden, emekçilerin çetin mücadeleler sonucu aldığı haklardan kurtulmak, daha çok sömürebilmek, sosyalist hareketin gelişmesini önlemek için burjuva demokrasisini yıkarak devlet iktidarını tekeline almak zorundadır. Bunu gerçekleştirmek için kurduğu “burjuva diktatörlüğü”ne “faşizm” denir.
A z g e l i ş m i ş Ü l k e l e r d e :
Yukarıda söylediklerimiz sanayileşmiş kapitalist ülkeler içindir. Ekonomileri bu ülkelere bağlı, sömürge şartları içinde bulunan geri kalmış ülkelerin faşizmine de kısaca değinelim.
Geri kalmışlığı belirleyen temel kaide, ağır sanayiin gelişmemiş olmasıdır. Bu tip ülkelerin, ekonomik bağımsızlıkla tamamlanmadığı için, siyasi bağımsızlıkları sözde kalır. Sanayileşmiş ülkelerin üretimine pazar, sanayilerine gerekli gıda ve ham madde kaynağı olarak bağımlıdırlar; beynelmilel mali sermayenin denetimindedirler.
Beynelmilel mali sermaye, bu ülkelerde çıkarı kendisi ile beraber olan iki sınıfla işbirliği yapar. Bunlar, toprak ağaları ile dış ticareti elinde bulunduran ticaret burjuvazisidir. Bu iki sınıfın yanında dini kastlar -bizdeki şeyhler- vurguncu iş adamları gibi gruplar da yer alırlar.
Yabancı sermaye ve işbirlikçilerinin çıkarı geri düzenin devamına bağlıdır. Bu düzen, içerde, ancak istismarı geliştirecek değişiklikleri yapan, dışta ise yabancı sermayenin emperyalist amaçlarını gerçekleştirecek saldırgan bir politika güden niteliktedir. Oysa kurulan yeni üretim ilişkileri ekonomik ve sosyal bünyede birtakım değişikliklere yol açar. Halk bilinç kazanır. Gelişen demokratik kuvvetler sömürme düzenine başkaldırır. Bunu önlemek, ilerici akımları boğmak için yabancı sermayenin desteklediği gerici sınıf ve gruplar, emperyalizmin işbirlikçileri, devlet iktidarına yalnız başlarına egemen olmaya ve bir dikta rejimi kurmaya çalışırlar. Başardıkları takdirde, yabancı sermayenin emperyalist amaçlarına uygun olarak dışta saldırgan, içte sömürücü ve ezici olan bir politik düzen kurulur ki bunun adı “faşizm”dir.
Hiçbir faşist idare kendine bu adı vermez. Başka isimler ardında gerçek kimliğini saklamaya çalışır.
Faşizm, bunalım dönemlerinde ortaya çıkar. Halk şaşkındır. Bir ışık, bir kurtuluş yolu arar; bir kahraman, bir kurtarıcı bekler. Mevcut kurumlardan ümidini kesmiştir. Bunların problemlerini çözmeye yetmediğini görmüştür. Düzen değişmelidir. Halkta ortak ve köklü inançtır bu.
Bunalım dönemlerindeki şaşkınlıktan yararlanmak isteyen maceracı insanlar ve gruplar çıkar. Geri çevrelerden gelen, çoğunlukla karanlık, anlaşılmaz karmaşık fikirlerle ortaya çıkan bu insanlar, toplumun duygusal yönünü iyi kavradıkları için ilgi görürler. Egemen sınıflar aradıklarını bulmuşlardır. Maddi, manevi, her bakımdan desteklerler.
Akla değil, duygulara hitap ederler. Egemen sınıfların çıkarlarını vatan, millet, din gibi yaldızlı kavramların ardında saklarlar. Her sınıf halkın arzularına cevap verecek vaatlerde bulunurlar. Parlak bir istikbal manzarası çizerler. Gösterişli jestlerle, heyecanlı nutuklarla korkulara, nefretlere dayanarak halkı kendilerinden yana çekerler.
Faşistler, halk kitlelerini, özellikle orta tabakayı kendilerinden yana çekmek için sürekli bir komünizm korkusu yayarlar. Komünizmi öyle korkunç bir umacı haline getirirler ki, kitleler bunu bütün milli varlığı silip süpürecek ve kendilerini yok edecek yakın bir tehlike olarak görürler. Artık ha bugün, ha yarın gelecek büyük tehlike karşısında korkuya, telaşa kapılırlar. Vatan, millet, din kavramlarının çığırtkanlığını yapan faşistlerin kucağına düşerler.
Faşist hareketin en büyük dayanağı din ve milliyetçilik duygusunun istismarından doğan akımlardır. Halkn bu duygularına gerici ve ters anlamlar verilerek istismar edilir; halk kitleleri bunların ardından sürüklenir. Din esası üzerine siyasi birlikler kurma çabası, mezhep ve tarikatların örgütlendirilerek faşist siyasi güçlerin emrine verilişi bunun örnekleridir.
Faşizmin en belirgin niteliği ırkçılıktır. Her ne kadar toprak ağaları, büyük tüccar ve sanayicilerin çıkarlarını koruyan ve devam ettiren bir baskı rejimi ise de, bu, ancak üstün ırk saydığı “kandaşları” içindir. Ayrı ırklardan olan toprak ağalarını, sanayici ve tüccarları korkunç bir şekilde tasfiye eder; onların yerine kendi soyundan olanları getirir. Antikapitalist cereyanı “yabancılar” ve “Yahudiler” aleyhine yöneltir. Kapitalizme karşı olan düşmanlık duygularını “Yahudi”lerin ve diğer “azınlık”ların şahsında toplar. Diğer etnik grupları baskı rejiminde eritmek, yok etmek için akla gelebilecek en feci metotları uygular.
Faşistler iktidara gelince ilk iş olarak bütün demokratik kurumlar ve onların vatandaşlara sağladığı hak ve hürriyetler ortadan kaldırılır.
Demokratik rejime son verilir. Halkçı, ilerici bütün akımlar korkunç bir şekilde insafsızca boğulur.
Muhalefetteki siyasi partiler ve dernekler kapatılır. Basın hürriyeti yok edilir. Gazete çıkarmak ve toplantı yapmak izne bağlanır. Hiçbir muhalefete, tenkide ve itiraza yer verilmez.
Sendikalar kapatılır, grev ve toplu sözleşme hakları kaldırılır. Bütün çalışanlar devlet eliyle düzenlenmiş sendika ve korporasyonlara katılma zorunda bırakılır.
Çalışma hayatı, aile hayatı, dini ve fikri inançlar, ferdin her yönden tüm hayatı devletin sıkı denetimine bağlanır. Ferdi bütün hak ve hürriyetler ortadan kaldırılarak ülke kara bir cehenneme çevrilir.
“Ferdin menfaatini, milletin yüksek menfaatlerine tabi tutmak “ gibi yaldızlı sloganların perdesi altında, gerçekte, halkın menfaatlerini, toprak ağalarının, büyük sanayici ve tüccarların menfaatlerine tabi tutar.
Muhalefette iken söz verdiği toprak reformunun yapılması şöyle dursun, az toprağı olan köylünün bu toprakları da elinden gider; toprak ağalarının büyük çiftliklerine katılır. Topraksız çiftçi sayısı giderek artar; hayat seviyesi daha da düşer.
Halkın gözünü içteki ekonomik buhrandan, işsizlikten, sefaletten başka yana çevirmek için birtakım mitoslar yaratır. Kamuoyuna, güçlüklerin sorumluları olarak komünistleri, azınlıkları, Yahudileri, dış düşmanları gösterir.
Azınlıkları yok etmek, eritmek için kitle halinde sürer, öldürür, malları alınır, topraklarına egemen ırktan olanlar yerleştirilir. Dilleri, kültürleri ortadan kaldırılmaya çalışılır.
Genç milisler tarafından “komünist avı” adı altında bütün ilericileri, bu arada bunlarla ilgisi olmayan birçoklarını da sorgusuz sualsiz kurşuna dizdirir.
Sosyal ve ekonomik yapıda temel değişikliklere gitmez. Ancak aldatıcı ve istismarı pekiştirici biçim değişiklikleri yapar.
Faşizm, demokratik kuvvetlerin parçalandığı dönemlerde gelişir. Demokratik kuvvetlerin birliğinden doğan büyük güç, onun için aşılmaz bir engeldir.
Demokratik kuvvetler arasında ayrılıkların bulunması doğaldır. Fakat bu ayrılıklar hepsi için ortak olan faşist tehlike karşısında bir yana bırakılmaz, çekişmeler artar, düşmanlıklara vardırılırsa, korkunç faşizm devi zayıflayan bu kuvvetleri bir silindir gibi ezip geçer, yok eder. Faşizm düşmanlarının tehlike karşısında işbirliği yapmamaları ve çekişmeleri, onlar için feci bir sonuç yaratır.
Faşistler de, sendikaları, işçi partilerini, emekçilerin haklarını savunan ilerici diğer kurumları dejenere etmek, bölüp parçalamak için çeşitli metotlar kullanırlar. Bu kuvvetlerin işbirliğinden doğan ve demokratik rejimin teminatı olan büyük gücü bölerek zayıflatmaya, böylelikle faşist idarenin kurulmasına uygun bir ortam hazırlamaya çalışırlar. Bunda başarı sağladıkları ölçüde iktidara yaklaşırlar.
Demokratik kuvvetler, bu oyunlara karşı uyanık olmalı, antifaşist cephenin güçlü olmasına çalışmalıdırlar.
Faşist bir rejim kurulmadan da faşist güçler, demokratik düzen içinde iktidarları etkileyerek, onları bazı alanlarda faşist davranışlara sürükleyebilirler.
Yukarıda açıklandığı gibi faşizm, emperyalist güçlerle onların ağa-komprador işbirlikçilerinin halkı daha iyi sömürmek ve sosyalist gelişmeye engel olmak için devlet iktidarını tekellerine aidıkları politik düzendir.
Bu gerici ve sağcı burjuva diktatörlüğü, iktidarı süresince geniş tahribat yapar. Bu tahribata engel olmak ve emperyalizmle savaşta başarıya ulaşmak için, herşeyden önce, içteki ve dıştaki faşist güçlerin ortadan kaldırılması, iktidarı etkileyecek bir baskı grubu olmasına bile fırsat verilmemesi gerekir.
Abdulkadir Yıldırım (Mehmet Ali Aslan)
( YENİ AKIŞ Kasım 1966 Sayı 4 )